Haber Alternatif
  • ANASAYFA
  • SİYASET
  • EKONOMİ
  • MEDYA
  • SPOR
  • DIŞ BASIN
  • ÖZEL HABER
  • KÖŞE YAZILARI
Sonuç Yok
View All Result
  • ANASAYFA
  • SİYASET
  • EKONOMİ
  • MEDYA
  • SPOR
  • DIŞ BASIN
  • ÖZEL HABER
  • KÖŞE YAZILARI
Sonuç Yok
View All Result
Haber Alternatif

MİLLİ MÜCADELE’NİN “ALTIN ÇOCUKLARI” :”HİÇ BİR ŞEY TESADÜF DEĞİLDİR” VE “AĞ” ÇALIŞMIŞTIR…

03/10/2025 17:05
Kategori: KÖŞE YAZILARI, ÖZEL HABER
A A
Facebook'ta PaylaşTwitter'da PaylaşWhatsapp'ta Paylaş

Celal Eren ÇELİK

Efendim Milli Mücadele’nin en önemli isimlerini say desek kaçımız Mustafa Kemal Atatürk’ün yanında Kazım Karabekir-Refet Bele-İsmet İnönü-Ali Fuat Cebesoy isimlerinin dışında bir 5. İsmi şöyle hakkını vererek,bilgileri ile sayabiliriz?

Peki neden hiç düşündünüz mü,koca bir Kurtuluş Savaşı vermişiz,yıllar süren savaşlar vermişiz,kaç ayrı cephede kaç muharebe yapmışız,kaç diplomatik anlaşma imzalamışız ve bütün bunlar sadece bu 5 kişi tarafından mı yapılmış?

Ortada “Büyük-nitelikli-üst düzey donanımlı bir kadro yok muymuş?”

Varsa bu kadro hani birilerinin dediği gibi “Tesadüfen” mi bir araya gelmiş?

Yoksa 102 yıllık Cumhuriyet tarihinde şahsi kanaatim olarak ifade etmekte hiçbir sakınca görmüyorum ki henüz yanına bile yaklaşılamayacak denli üst düzey bir kadro vardı, bunlar bu Milli Mücadele’nin çok öncesinde birbirlerini gayet iyi tanıdıkları bir “Ağ” içerisindelerdi ve zaten savaş bu “ALTIN JENERASYON” sayesinde mi kazanıldı?

Ha bir de birilerinin bize dayattığı gibi “Atatürk muhteşem bir dehaydı ama yanındakiler vasat-sıradan,vizyonsuz” diye yaftalanıp Atatürk’ün “Herşeyi tek başına yapmak zorunda kalan,kendisini kimseye anlatamadığı bir yalnız adam” diye filimlerle,kitaplarla,hatta dizilerle bize dayatılan bu ana çerçevenin arka planında 70 yıllık bir operasyon mu var?

Haydi o zaman peşrevi daha fazla uzatmadan yazımıza geçelim,çayı kahveyi kapan gelsin…

Şimdi efendim yazımızın başında da belirttiğimiz üzere aslında 1881 yani Atatürk’ün doğumunu referans olarak alır ve hali ile 1-2 yıl alt,1-2 yıl üst devrelerini kapsayacak şekilde bir “Kadro” taraması yaparsak karşımıza bugün 102 yaşına girmiş Genç Cumhuriyet’in halen kalite molarak yanına dahi yaklaşamadığı bir “ALTIN JENERASYON” ve “ALTIN ÇOCUKLARA” rastlıyoruz…

Şimdi önce kimilerini biraz detaylıca,kimilerini yazımızın konusu ile ilgili özellikleri ile daha kısa olarak bu “ALTIN JENERASYONU” ve “ALTIN ÇOCUKLARI” incelememiz gerekiyor öncelikle…

Ancak yazacaklarımızı sıradan biyografi okur gibi okursanız bu yazı sizin için boşa yazılmış bir yazı halini alır. O nedenle yazdıklarımızı yazımızın girizgahındaki sorduğumuz sorular ve kurulan “Ağ” üzerinden okumanızı şiddetle tavsiye ederiz…

İşte kiminizin şaşırarak,kiminizin gözleri yaşararak,kiminizin gurarlanarak,kiminizin ise “Bu vatan nasıl ve nerelerde uçurumun eşiğinden kurtarılmış” diyeceğiniz yazımıza geçiyoruz…

Yazı detaylı,çayınızı kahvenizi bolca hazır edin efendim…

İşte başlıyoruz…

***

Eğer böyle bir yazı yazacaksak yazıya hakkındaki tüm eleştirilerden bağımsız olarak İsmet İnönü ile başlamak en doğrusu olacaktı ve biz de öyle yaptık…

“Kahramanlarımızı” farklı bir pencereden tanımaya başlıyoruz artık:

İsmet İnönü: İsmet İnönü 1884yılında İzmir’de Dünya’ya gelecektir.1903 yılında Mühendishane-i Berri Hümayun’u yani Topçu Harbiyesi’ni devresinin 1.’si olarak bitirp mezun olacak, buradan geçiş yaptığı Kurmay Mektebi Erkan-ı Harp’i de 1906 yılında yine dönem 1.’si olarak tamamlayacak ve hem Harbiye,hem Kurmay Mektebi’ni ard arda 1.’likle tamamlayan az sayıdaki öğrenciden birisi olarak Topçu Zabiti olarak mezun olacaktır…

İnönü o dönemin tam anlamım ile “ALTIN ÇOCUĞUDUR” ve döneminin Topçu Erkan-ım Harp’inin en parlak ve rakipsiz ismidir…

Birilerinin şimdi burun kıvırdığı İnönü’nün askeri yeteneğinin Kurtuluş Savaşı’nda nasıl bir kırılma anı yaşatacağını yazımız içerisinde detayları ile anlatacağız…

İnönü ile Mustafa Kemal’in yolları ilk kez 1909’da Hareket Ordusu’nda kesişecektir…

Sonrasında İsmet İnönü 1911-1912 yıllarında Yemen isyanının bastırılmasında görev alacaktır.

İnönü 1912-1913 yılları arasında Harbiye Nezareti’nde Başkomutanlık Karargâhı 1. Şubede bulunacak ve 2. Balkan Savaşı’nda Çatalca Ordusu Sağ Cenah Komutanlığı kurmaylığına getirilecektir…

Balkan Savaşı’ndan sonra İstanbul Antlaşması’nın bağıtlanmasında Bulgarlar ile müzakere eden heyete askerî danışman olarak katılacak olan İnönü “Diplomasi” konusundaki ilk deneyimini bu vesile yaşamış olacaktı.

Son derece iyi bir “Kurmay Subay” olan İnönü 1914 yılında Harbiye Nazırlığı ve Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisliği’ne atanan Enver Paşa’nın başlattığı ordunun yenileştirilmesi hareketinde etkin rol oynayan isimlerin başında gelecekti…

1.Dünya Savaşı sırasında Kafkas Cephesi’nde Kolordu Komutanı olarak, Mustafa Kemal Paşa ile birlikte çalıştı.Böylece hem Mustafa Kemal ile yolları 2.kez kesişmiş olacak hem de birbirlerini çok çok daha yakından cephede tanıma fırsatı bulacaklardı.

Bu sırada Mustafa Kemal 16. Kolordu Komutanlığı’na atanacak, 1916 yılının yaz aylarında bir süre çarpışmaları yönetecekti…

İnönü, 2.Ordu Komutan Vekili Mustafa Kemal Paşa’nın önerisiyle, 12 Ocak 1917’de 4. Kolordu Komutanlığı’na atandı.

Bir süre sonra İstanbul’a geri çağrıldı ve Halep’te 7.ordunun oluşturulmasında görev aldı.

İnönü bundan sonraki süreçte ise 1 Mayıs 1917 tarihinde Filistin Cephesi’nde 20.Kolordu Komutanlığı’na  , 20 Haziran’da 3. Kolordu Komutanlığı’na atandı.

Bu sırada 7. Ordu’nun komutanlığını üstlenen Mustafa Kemal Paşa ile yeniden yakın ilişki içinde oldu. Ancak Megiddo Muharebesi sırasında yaralanınca İstanbul’a gönderilecek olan İnönü ile Mustafa Kemal ile İsmet İnönü arasındaki ilişkilerin artık çok daha geliştiği bir sürece girilmişti…

İsmet İnönü 1918’de Harbiye Nezaretinde Müsteşarlığa atanacak,9 Nisan 1920 tarihinde Mustafa Kemal Paşa’nın çağrısı üzerine  Ankara’ya  gidecek ve İstanbul ile bütün resmî bağlarını koparacaktı.

İnönü TBMM’de Edirne milletvekili oldu. Bakan oldu. Milletvekilliği ve bakanlığı da uhdesine alarak Batı Cephesi komutanlığına getirildi.

Birinci ve İkinci İnönü Muharebelerini kazananacak olan İnönü. Birinci İnönü savaşı sonunda Tuğgeneral olacaktı. Afyon, Kütahya,Eskişehir savaşlarıyla Sakarya ve Büyük Taarruz’da da çok önemli görevler üstlendi. Savaş sonrası Mudanya Mütarekesi’nde Türk delegasyonuna başkanlık etti.

2 Kasım 1922’de Dışişleri Bakanı oldu. 22 Kasım 1922’de toplanan Lozan Barış Konferansı görüşmelerinde Heyet Başkanı olarak Türkiye’yi temsil etti. 24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşmasını imzaladı.

Kurtuluş Savaşı’nda Batı Cephesi Kumandanı olarak Atatürk’e en yakın 3-4 isimden biri olarak “A TAKIMININ” vazgeçilmez ismi olacak İnönü, Büyük Taaruz’un planlanmasında en önde gelen isim olacak,3,5 sene süren Kurtuluş savaşı boyunca ateşle,kanla,yenilgi ile,zafer ile bir cehennem ortasında sınanacağı mücadeleden başarı ile çıkacak ve yeni kurulacak Türkiye Cumhuriyeti’nde 2 numaralı isim olacaktı…

İnönü,Ekim 1923 – Kasım 1924 ve Mart 1925 – Kasım 1937 arasında Başbakanlık görevini yürüttü. Kasım 1923’te Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) başkan vekili oldu; Kasım 1938’den Kasım 1972’ye kadar CHP Genel Başkanlığı yaptı.

Atatürk’ün 10 Kasım 1938 yılında vefatından sonra Cumhurbaşkanı seçildi ve Mayıs 1950’ye kadar bu görevde kaldı.

1935 yılına gelindiğinde ve 2. Dünya Savaşı insanlık tarihinin en büyük savaşının görmek üzereyken İnönü Genç Cumhuriyet’in 2 numaralı ismi olarak, Dışişleri Bakanlığı yapmış, Batı Cephesi’nde askerliğini,Lozan’da diplomatlığını kanıtlamış son derece tecrübeli ve her an “Çizmelerini giyebilecek” bir isim olarak Başbakanlık makamında oturmaktaydı ve Atatürk’ün ölümü sonrasında 2.Dünya Savaşı’nın hemen 1 yıl öncesinde Cumhurbaşkanlığı makamına geçecekti…

***

İşte dönemin askerleri içerisindeki bir başka “ALTIN JENERASYON ÜYESİ” daha;Kazım Karabekir…

Karabekir,Mekteb-i Harbiye ve Erkan-ı Harbiye Dönem 1.‘si…

1882 yılında İstanbul, Fatih (Zeyrek)’te dünyaya geldi. İsmini aldığı Karabekir ailesi, günümüzde Karaman iline bağlı, daha önce Gaferiyat ve Kasaba olarak adlandırılan, şimdiki adı Kâzım Karabekir olan ilçenin en eski Selçuklu Türk ailelerinden birisiydi….

Kuleli Askeri İdadisi’nden1899 yılında birincilikle mezun olan Karabekir,1900 yılında Pangaltı Harbiye Mektebi’ne girecek, Harp Okulu’ndan 6 Aralık 1902’de “Piyade Teğmeni” rütbesiyle yine sınıf birincisi olarak mezun olunca da “Kurmay Sınıfı”na ayrılacaktı…

Harp Okulu’nu başarı ile bitirdikten sonra, Erkân-ı Harbiye Mektebi’ne (Harp Akademisi’ne) devam eden Karabekir 1903 yılından 1905 yılına kadar bu okulda eğitim-öğretimini tamamlarken bu okuldan da yine birincilikle mezun olacaktı.

5 Kasım 1905’te 58. Dönem Harp Akademisi’ni birincilikle bitirip Kurmay Yüzbaşı’sı olunca, üstün başarısı yüzünden “Altun Maarif Madalyası” ile ödüllendirildi. Karabekir döneminin en parlak askeri akademi öğrencilerinin başında gelmekteydi.

Karabekir, Manastır’da bulunurken Binbaşı Enver Bey ile birlikte (sonradan İttihat ve Terakki adını alacak olan) Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’nin şubesini kuraca,1907’de başarılarından dolayı rütbesi “Önyüzbaşılığa” yükseltilecekti.

6 Eylül 1907’de Harbiye Mektebi Strateji Muallim Muavinliği’ne tayin edildiğinden İstanbul’a geri geldi. Bu arada müthiş bir teşkilatçı olarak İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin İstanbul teşkilatının kurulmasında görev aldı.

Kasım 1908’de Edirne’deki 2. Ordu’nun Nizamiye 3. Piyade Tümen Kurmay Başkanlığı’na tayin edildi. 13 Nisan 1909’da meydana gelen ve tarihe 31 Mart Hadisesi olarak geçen hadise üzerine Selanik’ten İstanbul’a yürüyen “Hareket Ordusu”na Edirne’den katılarak, 2. Tümen’in Kurmay Başkanı oldu ve isyanın bastırılmasında görev aldı.

Mustafa Kemal ile yolları da ilk kez Hareket Ordusu’nda kesişti. Keza aynı Mustafa Kemal’in benimsediği üzere 1909’dan sonra ordunun siyasetle uğraşmasına karşı olduğundan, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nden uzak durmayı tercih etti.

1.Dünya Savaşı’nın hemen başında Çanakkale Cephesi’ne gönderilmeden önce, 14. Tümen Komutanlığı’na tayin olunarak, Marmara ve Karadeniz kıyılarındaki tahkimat işleri ile uğraştı. Bir süre sonra Çanakkale Cephesi’ne gönderildi. Seddülbahir’de Kerevizdere’de 3.5 ay Fransız birlikleriyle başarılı bir şekilde mücadele etti.

28 Ocak 1918’de 1. Kafkas Kolordusu Komutanlığı’na tayin edildi.Bu göreve atanmasından 1.Dünya Savaşı sonuna kadar,Erzinvan ve Erzurum’u Ermeni işgalinden kurtardı.

İleri harekata devam ederek,Azerbaycan’da Nahçıvan’a kadar girip karargahını da buraya kurdu. 25 Nisan 1918’de Kars’ı düşman işgalinden kurtardı.

İleri harekata devam etti ve bu kez Tebriz’e kadar girdi ve Tebriz’e yaklaşan İngiliz kuvvetlerine de ağır kayıplar verdirdi.

Ancak 31 Ekim’de İstanbul hükümeti, askerî mercilerle beraber bütün vilayetlere de Mondros Mütarekesi’nin imza edildiğini bildirdi ve Kâzım Karabekir de bu emri aldıktan sonra, önce Gümrü’ye sonra da Kars’a uğrayarak, Trabzon üzerinden İstanbul’a geldi.

2 Mart 1919 tarihinde kendi şahsi uğraşları sonucu uzun süre sonra resmen 15. Kolordu’ya tayin edildi. 13 Mart’ta da, Erzurum’da 15. Kolordu Komutanlığı’na tayin edildiğine dair olan emrini yazılı olarak aldı.

İşte bundan sonrası Milli Mücadele açısından da kritik öneme sahipti…

Zira Kazım Karabekir İstanbul’dan ayrılmadan önce yine hükümet erkânı ile bazı görüşmelerde bulunacak, 5 Nisan’da 9. Ordu’nun kaldırıldığı ve yerine 15. Kolordu’nun kurulduğu hakkında Harbiye Nazırı Şâkir Paşa’nın emrini alacak, 10 Nisan 1919’da Erkân-ı Harbiye Reisi Fevzi Paşa’yı ziyaret edecek ve özel bir görüşme gerçekleştirecekti…

Karabekir 11 Nisan’da ise Mustafa Kemal Paşa’yı ziyarete gidecekti. Karabekir, Erzurum’a hareket edeceğini, kendisinin de hiç zaman kaybetmeden Anadolu’ya, ordunun başına gelmesi gerektiğini, milletin kurtuluş anahtarının Doğu olduğunu, orada her şeyin mümkün ve ordunun da kuvvetli olduğunu, her şeyden önemlisi halkın da yardım edeceğini Mustafa Kemal Paşa’ya detaylıca anlatacaktı…

Mustafa Kemal Paşa da bu görüşmede Karabekir’e milli mücadelenin ilk “Kıvılcımı” olacak olan aynı görüşte oldukları,Anadolu’da mücadelenin gerekliliğini ve birlikte hareket etme mesajını iletti.

  1. Ordu Kıtaatı Müfettişi Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a ayak basar basmaz, müfettişlik emrinde bulunan ve müfettişliğin civarındaki mülkî amirlerle, 15. ve 20. Kolordu Komutanlıklarına, Samsun’da birkaç gün kalacağını haber vermişti.

Ayrıca, bölgelerindeki asayiş hakkında kendisine bilgi verilmesini ve bunun için gerekli tertibatın alınıp alınmadığının da acilen ve özet olarak bildirilmesini istemişti.

Karabekir, Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a geldiğini öğrenince çok memnun olmuştu…

Mustafa Kemal Paşa Samsun’daki çalışmalarından sonra Havza’ya, oradan da Amasya’ya geçecek,Haziran ayı ortalarında Amasya’da Mustafa Kemal Paşa’nın Rauf Bey ve Ali Fuat Paşa ile yaptığı görüşmeler sonucunda ortaya önemli hususları içeren bir metin çıkacaktır….

Alınan kararlar ülkenin her tarafına bildirilmiştir.

 

22 Haziran 1919 tarihinde yayınlanan Amasya Tamimi’nde, Sivas’ta bir kongrenin toplanmasına karar verildiği, bundan önce ise Erzurum’da doğu illerinin temsilcilerinin düzenlediği bir kongrenin yapılacağı üzerinde durulmuştur. Bu beyanname ilan edilmeden önce Karabekir’in de görüşleri alınmıştır. Amasya’da alınan kararların tatbik edilmesine diğer sivil ve askerî şahsiyetin yanı sıra 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa da çalışacaktır.

Amasya’dan sonra Sivas’a geçen Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey’le beraber 3 Temmuz 1919’da Erzurum’da halkın ve askerin samimi tezahüratı ile karşılanacaktır. O’nu karşılayanların başında, kurmayları ile beraber 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa da vardır. Karabekir, Erzurum’a gelen Mustafa Kemal Paşa’ya daha ilk günden itibaren elinden gelen bütün desteği vermecektir.

Mustafa Kemal Paşa’nın askerlikten istifa etmesinden sonra Kâzım Karabekir’in, maiyetiyle birlikte yanına gelerek;

“— Kumandamda bulunan zabitan ve efradın hürmet ve tazimlerini arza geldim. Siz bundan evvel olduğu gibi bundan böyle de bizim muhterem kumandanımızsınız. Kolordu kumandanına mahsus araba ile maiyetinize bir takım süvari getirdim. Hepimiz emrinizdeyiz Paşam” demesi Kurtuluş Savaşı’nın en büyük kırılma anı olacaktı…

Mustafa Kemal’in Batı Cephesi’nde asıl düşman kuvvet olan Yunan kuvvetleri ile zorlu çarpışma ve mücadelelere başlamadan önce “Doğu Cephesini” güvence altına alabilme planı son dere önemli ve stratejiktir zira bu plan gerçekleştirilebilirse Doğu Cephesi’nden hem asker hem de silah ve mühimmat akışı Batı Cephesi’ne kaydırılabilecektir.

Bu strateji doğrultusunda 1920 Sonbaharı öncesinde Ermenilere karşı ileri harekat müsaadesini alan Kazım Karabekir son derece hızlı ve bitirici biçimde harekatı gerçekleştirmiş,3 saat içerisinde Ermeni birlikleri bozguna uğratılmış,Kars’ın doğu tabyaları yeniden ele geçirilmiş,akşam saatlerinde ise Kars kesin olarak yeniden Türk topraklarına katılmıştı.

Bu zafer sonrasında Karabekir “Ferik” (Korgeneral) rütbesine yükseltilecekti…

Ermenilerin Türk tarafının ateşkes şartlarını kabul etmesinden sonra 22 Kasım’da Ermeni heyeti Gümrü’ye gelmiştir. 25 Kasım’da da Gümrü’de Kâzım Karabekir başkanlığındaki Türk heyeti ile Hatisyan başkanlığındaki Ermeni heyeti arasında barış müzakereleri başlamıştır.

27 Kasım’da Ermeni heyeti, Sevr Anlaşması’ndaki imzalarını geri çektiklerini bildirmişlerdir. Ermenilerle müzakereler yaklaşık bir hafta sürmüş ve neticede 2-3 Aralık gecesi Gümrü Barış Antlaşması imzalanmıştır.

TBMM Başkanı Mustafa Kemal Paşa, Millî Müdafaa Vekili Fevzi Paşa ve Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa kazanılan bu büyük zaferden dolayı Karabekir’e tebrik ve teşekkürlerini bildirmişlerdir.

Doğu Cephesi Komutanı Kazım Karabekir Paşa’nın emrindeki askeri birlikler ileri harekâtına devam etmiş, 23 Şubat 1921’de Ardahan ve Artvin’i geri aldıktan sonra Ahıska, Batum ve Ahılkelek bölgesini de ele geçirilmiştir.Ancak 16 Mart 1921’de imzalanan Moskova Andlaşması’nın ilgili maddeleri gereğince Türk birlikleri Batum ve çevresi ile Ahıska ve Ahılkelek’ten de geri çekilmek zorunda kalınacaktır….

Karabekir, bundan sonraki dönemde emrindeki askeri birlikleri, silah, mühimmat ve cephaneyi Batı Cephesi’ne göndermeğe başlamıştır. Ankara’nın isteği üzerine Karabekir, Moskova Andlaşması’ndan sonra hemen hazırlıklara girişerek elindeki birliklerin büyük kısmını Batı Cephesi’ne göndermiştir.

İlk olarak 3. Kafkas Tümeni’nin Trabzon’da toplanan birliklerinin 4 Nisan 1921 tarihinden itibaren 27 Mayıs’a kadar Karadeniz Ereğlisi ve Akçakoca’ya sevk edilmesini sağlamıştır. 12. Tümen birlikleri, 4 Ağustos’ta Kars’tan yola çıkarak 28 Eylül 1921’de Ankara’ya varmıştır. Ancak Sakarya Savaşları’na katılamamıştır.

Fakat 3. Fırka birlikleri daha önce cepheye katılmış ve Sakarya Savaşları’na iştirak etmişti. 11. Kafkas Tümeni 12 Nisan 1922’de Kayseri’ye gönderilmiştir. 11. Tümen buradan Batı Cephesi’ndeki savaşlara iştirak etmek için savaş sahasına gidecektir.

Karabekir, 26 Eylül 1921’de başlayan Kars Konferansı’na Türk tarafının baş delegesi olarak katılarak müzakereleri yürütmüştür.  26 Eylül 1921 tarihinde başlayan Kars Konferansı, 13 Ekim’de 20 maddelik bir andlaşmanın imzalanması ile son bulmuştur. Mustafa Kemal Paşa’ya göre; Kars Andlaşması, “Türkiye’nin doğuda hukukî bir şekil alan fiilî durumunda, Sevr Anlaşması’nın tatbikinin mümkün olmadığını gösteren hadiselerden biridir.” Bu da Karabekir Paşa’nın Doğu Cephesi’nde Türk Milli Kurtuluş mücadelesi için ne kadar önemli ve stratejik başarılar kazandığının adeta tescilidir.

Bu andlaşmadan sonra doğudaki kuvvetlerin büyük çoğunluğu Batı Cephesi’ne nakledilmiştir.

Karabekir’in askeri-siyasi ve sivil hayatının bundan sonraki safahatı yazımızın konusu dışında kaldığı için burada yer vermiyoruz.

Ancak 2. Dünya Savaşı’na gidilen yıllarda Karabekir son askeri görevini 1.Ordu Müfettişi olarak yapmıştır ve halen “Acil Durumda” son derece büyük bir deneyim-tecrübe ve liyakat ile bir savaş durumu esnasında “Askeri yönetimde komuta kademesinde kadroya yeniden dahil edilebilecek” büyük bir asker olarak o “Altın Jenerasyonun” en önemli isimlerinden birisi olarak bu kez Meclis kürsüsünden fikirlerini beyan etmektedir.

Şimdi sizlerle uzanacağımız isim bu “ALTIN JENERASYON” içerisinde oluşan “Ağın” –Bu “Ağ” tabirini bundan sonra yazımızda sıklıkla kullanacağız- tam merkezindeki isim olan Ali Fuat CEBESOY olacak…

1882 yılında İstanbul’da doğan Ali Fuat Cebesoy’un babası Korgeneral İsmail Fazıl Paşa’ydı. Annesi Zekiye Hanım ise 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşında Tuna Orduları Umum Kumandanı olan Müşir Mehmet Ali Paşa’nın kızıydı. Yani Cebesoy Osmanlı’nın yeni yeni oluşan “Aristokrasi sınıfı” içerisindeki son derece önemli ailelerinden birisine mensuptu.

1902’de Harp Okulu’ndan, 1904 yılında ise Harp Akademisi’nden (Döneminin 8.’si olarak) mezun olacak ve döneminin “Altın Çocuk” olarak nitelenen en parlak askeri öğrencileri arasına girecekti…

Okulun o sırada diğer öğrencileri arasında Enver (Paşa), Ali Fethi Okyar, Cafer Tayyar Eğilmez, Kazım Karabekir, Selahattin Adil ve Halil Kut (Paşalar) da bulunmaktaydı.

Ali İhsan Sabis ve Asım Gündüz’ün de yer aldığı akademide Ali Fuat, Mustafa Kemal ile sıra arkadaşlığı yapmıştır. Harb Akademisini sekizinci olarak bitiren Ali Fuat’ın Mustafa Kemal ile arkadaşlığı mezuniyetten sonra da devam etmiştir.

Yani Ali Fuat Cebesoy gerek kendi üstün askeri öğrencilik meziyetleri gerekse ailesinden gelen doğal bağlantıları ile ilerleyen yıllarda Kurtuluş Savaşı’nın en önemli isimleri haline gelecek bahsettiğimiz “ALTIN JENERASYONUN” birbirine bağlandığı “Ağın” tam olarak merkezinde yer almakta ve adeta bu ALTIN JENERASYON için birbirlerine kendilerini bağlayan bir köprü ve harç vazifesi görmektedir.

Harb Akademisini bitirdikten sonra Ali Fuat Bey (Paşa) Beyrut’ta süvari alayında, Mustafa Kemal Bey ise Şam’da staja başlamıştır. Mustafa Kemal, Şam’da bir yandan gerilla savaşı üzerine tecrübe kazanırken, diğer yandan da Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni kurmuş, bu arada Ali Fuat ile görüşmeleri de sürmüştür.

Stajlarına Makedonya’da devam etmek isteyen iki çocukluk arkadaşı bunun için Ali Fuat’ın aile dostlarını devreye sokmuştur. Bu çabaların neticesinde Fuat Bey topçu stajını da Selanik’te (20 Haziran 1907) tamamlamış, bir süre sonra Kıdemli Yüzbaşı rütbesi verilerek, Sisam Karaferye’de meydana gelen bir isyanı bastırmakla görevlendirilmiştir.

Mustafa Kemal ise Ekim 1907’de merkezi Manastır olan III. Orduya Kurmay Yüzbaşı olarak atanmış ve Ali Fuat’ın akrabaları vasıtasıyla ondan boşalan III. Ordu Müşirliği Kurmay dairesi Selanik şubesinde çalışmaya başlamıştır

Bu arada döneme damgasını vuracak olan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Merkez Komitesi de Selanik’te idi. Ali Fuat Bey anılarında cemiyete üye olduğunu, toplantılarına katıldığını ancak hayal kırıklığı yaşadığını belirtmiştir. Karaferye’den tekrar Selanik’e dönen ve III. Süvari Tümeni Kurmay Başkanlığı’na atanan Fuat Bey, aynı binada çalıştığı Mustafa Kemal ve Fethi Bey’le sık sık görüşmeye devam etmiştir.

Dönem Osmanlı için çöküşün kaçınılmaz olduğu,kan,barut ve ateş üçgeninde koca bir imparatorluğun adeta ahşap ama eski, eski gösterişinden eser kalmayan bir büyük konak gibi yandığı bir dönemdir… Millet fakr-u zaruret içerisinde,harap ve bitap,devlet ise çaresiz bir hastalığa yakalanmış ağır bir hasta gibidir…

İşte böylesi kasvetli günlerden geçilmekteyken, sömürge ve yeni koloni peşindeki,sanayileşme yarışında ucuz hammade ve insan işgücünü sömürgelerden sağlama yarışında geride kalmış olan İtalya, uzun zamandır Trablusgarp’ı işgal için hazırlıklar yapmaktadır.

Ağustos 1910’da İtalyan Ordusu’nun manevralarına izleyen Ali Fuat Bey manevralardaki niyeti ön görmüş ve Genelkurmay Başkanlığı’na Trablusgarp ve Bingaziye çıkarma yapılabileceği hakkında özel raporlar göndermişti.

Nitekim Ali Fuat Cebesoy’un raporlarındaki öngörüleri gerçekleşecek ve İtalyanlar 1911 yılında Trablusgarp’ta işgal girişimini başlatacaklardır…

İşgal üzerine Mustafa Kemal Bey Teşkilat-ı Mahsusa önderliğinde yapılan Trablusgarb çete savaşlarına gönüllü olarak katılmıştır. Mustafa Kemal 1911 yılında,gönüllü arkadaşları ile beraber İtalyan işgali altındaki Trablusgarp’a sahte kimlik kullanarak girmiş, bu kimlikte de “Gazeteci Mustafa Şerif” ismini kullanmıştır.

Binbaşı Ali Fuat Bey ise Trablusgarb’a silah ve mühimmat gönderilmesi çalışmalarında yer almış, ancak Trablusgarb’daki direniş hareketine de katılmamıştır.

Ancak Osmanlı için felaketler bitmeyecekti…

Daha Trablusgarp direnişi devam ederken, 1912’de Balkan Savaşı başlamıştı bile.

Binbaşı Ali Fuat önce Karadağ’a karşı konuşlanan kolordunun, 29 Eylül 1912’de de Yanya Kolordusunun Kurmay Başkanlığına getirilecekti..

Öte yandan 23. Tümen’e de vekâleten komuta etmekteydi. Balkan Savaşları sırasında Pizani tepesini korumakla görevlendirilmiş, muharebe esnasında kalçasından ağır yaralanmıştı. Lojistik ve yiyecek sıkıntısı içindeki Yanya Kalesi’nin Esad Paşa tarafından Yunanlılara teslim edilmesi (6 Mart 1913) üzerine, Binbaşı Ali Fuat’ın savunmanın devam ettiği Pizani tepesi de teslim alınacaktı.

Bir anlamda esir düşen ve tedavisi Atina Kifisya’da yapılan Fuat Bey, bu sebeple II. Balkan savaşına da katılamamıştır. Ancak 1 Mart 1914’de rütbesi I. Balkan Savaşı’na katkıları sebebiyle rütbesi Kaymakamlık (Yarbay)’a yükseltilecekti.

Ali Fuat Bey’in Şam’a tayininden yaklaşık 11 ay sonra, Osmanlı Devleti 30 Ekim 1914’te 1.Dünya Savaşı’nadâhil olmuştur. Savaşın başlangıcından itibaren Alman müttefikleri tarafından Osmanlı ordularına yüklenen görev, Alman cephesini rahatlatmak amacıyla İngiliz ve Rusları meşgul etmekti.

Daha savaşa girmeden Ağustos ayında Genelkurmay karargâhında konu ile ilgili çalışmalar yapılmıştır. Yani Almanlar kıta Avrupa’sında özellikle Fransızlar’a karşı rahat etsinler,iki ateş arasında kalmasınlar diye Mehmetçiğin göz göre göre ölmesi planlanmıştı ve Osmanlı çaresizce bu plana dahil olmak zorunda bırakılmıştı.

Zira 1.Dünya Savaşı öncesinde İttihat ve Terakki yönetiminin İngiliz ve Fransızlar ile yapmak istedikleri savunma anlaşmaları-müttefiklik anlaşmaları Osmanlı’yı çoktan paylaşmış olan İngiltere-Fransa ve Rusya tarafından reddedilmiş, Osmanlı bilinçli biçimde çaresizce Almanya’nın tabiri caizse “Kucağına itilmiş” ve Almanya
‘ya mahkum edilmiştir.

Cemal Paşa komutasında gerçekleşen Kanal harekâtı da İngiliz askerlerini Mısır’da bağlayarak, batı cephesine yardım etmelerine engel olmak amacıyla yapılmıştır. Yani Almanlar “Rahat etsin” diye…

Harekât sonucunda Mısır vatanperverlerinin ayaklanacağı ve Mısır’ın kurtarılacağı hayalleri kurulmaktaydın ancak böyle bir şey hiçbir zaman olmayacaktı…

Bu harekâtta görev alması istenilen Yarbay Ali Fuat Bey, artık 25. Tümenin başına getirilmiştir. I. Kanal Harekâtı’nda 30.000 kadar Osmanlı askeri görev almıştır. Bu askerler Fuat Bey’in önceden yaptığı keşfe uygun olarak, Sille’ye kadar demiryolu ile taşınmış, buradan 300 km’si çöl olan 450 km’lik “Cehennem sıcağı” altındaki yol yürünerek Kanal önlerine ulaşılmıştır.

3 Şubat 1915 gece yarısı Kanala taarruz edilmiştir. Edilmiştir edilmesine ancak, üstün İngiliz tahkimatı karşısında Türk birlikleri başarılı olamayacaklardır. Neyse ki düzenli olarak geri çekilmeyi başaran birlikler 20 Şubattan itibaren Birüssebi’de toplanacaklar ve yeni hattı kuracaklardır….

Mısır çöllerinde bu gelişmeler olur ve Cemal Paşa, II. Kanal Harekâtı için hazırlık yaparken, müttefiklerin Çanakkale Boğazı’nı donanma ile geçme teşebbüsü de (18 Mart 1915) yenilgiyle sonuçlanmıştır. Yüzlerine bir tokat gibi çarpan ve Mustafa Kemal’i de Dünya askerlik sahnesinde projektörler altındaki bir yıldız gibi parlatan, Müttefiklerin hiç beklemediği yenilgi üzerine, müttefik kuvvetler 25 Nisan 1915’te, bu defa karadan çıkarma harekâtını başlatacaklardır….

Başkumandan vekili Enver Paşa, 8., 10. ve Ali Fuat Bey’in komuta ettiği 25. Tümeni acil kodu ile Çanakkale’ye çağırmıştır,tehlike büyüktür ve düşman kuvvetlerinin Çanakkale’yi geçmesi İstanbul’un düşmesi ve Osmanlı için her şeyin sonunun gelmesi demektir…

25 Mayıs 1915’ten itibaren sevk edilen birlikler Haziran’da İstanbul’a ulaşmışlardır… Çanakkale kara muharebelerinin komutanlığına getirilen Liman Von Sanders, savaşın Bolayır Cephesi’nde geçeceğini düşünmekteydi. Yığınağı buna göre oluşturmuş ve Ali Fuat Bey’in 25. Tümeni de 29 Ağustosta Saros -Bolayır bölgesine gönderilmiştir. Ancak asıl taarruz Mustafa Kemal Bey’in öngördüğü Kabatepe ve Seddülbahir bölgesinde yaşandığından, çıkartma bölgesi dışında konuşlanan Ali Fuat Bey ve tümeni fiilen savaşa dâhil olamayacaktır.

Bu arada 14. Tümen komutanı yapılan Yarbay Ali Fuat Bey de Filistin Cephesi’ne gönderilmiştir. Ali Fuat Bey Filistin’e hareket etmişken, tayin yeri Bingöl – Çapakçur olarak değiştirilmiştir. Cephede gerek Mustafa Kemal, gerekse Ali Fuat Beylerin terfileri yapılarak, Mustafa Kemal Mirlivalığa (Tümgeneral), Ali Fuat ise Albaylığa terfi ettirilmiştir.

Mustafa Kemal Paşa’nın birlikleri Ruslara karşı Bitlis ve Muş’u kurtarmak için taarruza geçtiğinde, Ali Fuat Bey’in birlikleri ona destek verecek, 2 çocukluk arkadaşı cephede de tıpkı çocukluk ve gençlik yıllarındaki gibi omuz omuza bu kez vatan için çarpışacaklardır….. Tam da bu amaçla Çanakçı ve Oğnut’ta Ruslarla önemli muharebeler gerçekleştirilmiştir….

Ancak her şey nafiledir ve beklenen son gelip çatacak,Osmanlı Devleti,Almanya ve Avusturya-Macaristan ile birlikte 1.Dünya Savaşı’nın kaybeden tarafı olacaktır…

Savaşın kaybı üzerine hemen hemen bütün komutanlar İstanbul’da toplanmaya başlamıştır… İstanbul’daki endişeli hava içinde yapılacaklar düşünülmektedir.

Ve Mustafa Kemal’in meşhur “Şişli Ev Toplantıları” her geçen gün çok daha hareketli,hararetli ve endişeli bir hal almaktadır.

Giderek işgal altındaki İstanbul’da her hangi bir şey yapılamayacağı kanaati ağır basmaktadır… Padişah Vahdettin, Sadrazam Damat Ferit ve Osmanlı bürokratik oligarşisi kendi geleceklerini çoktan vatanın geleceğinin ve istiklalinin önüne koymuş,kendi siyasi ikballerini düşmanın merhamet ve lütfuna kayıtsız şartsız teslim etmişlerdir bile…

Bu “Ahval ve şerait içerisinde” hala pes etmeyen asker- sivil vatanseverler birer görev veya buldukları bahaneler ile Anadolu’ya geçmeye başladılar.

Mustafa Kemal Paşa ise geniş yetkilerle 9. Ordu Kıtaatı Müfettişliği’ne getirilmiştir. Tabii burada 2 dakika durmak gerekiyor…

Zira Mustafa Kemal’in son derece geniş yetkiler ile 9. Ordu Kıtaatı Müfettişliği’ne getirilmesi öyle “Derin Tarih”, yok efendim “Püsküllü Tarih” safsatacılarının dediği gibi hain padişah Vahdettin’in güya “Vatanı kurtarmak” üzere yaptığı bir planı değil, tam tersine Mustafa Kemal ve askeri bürokrasi ve askeri elit içerisindeki önemli vatansever subayların “Dantel gibi” işlediği bir planlamanın sonucudur…

Nitekim Ali Fuat Paşa onun bu makama seçilişinde İsmail Fazıl Paşa ile Fuat Paşa’nın eniştesi Dâhiliye Nazırı Mehmet Ali Bey’in de yardımı olduğunu ifade edecektir…

Mustafa Kemal Paşa’nın olağanüstü yetkilerle Samsun’a hareketi ile kağıt üzerinde Karadeniz bölgesindeki Türk milliyetçilerinin bölgedeki Rumları rahatsız etmelerini engellemek ama aslen elindeki olağanüstü geniş yetkileri kullanarak Milli Mücadele’yi Anadolu’nun bağrından var etme planı uygulamaya konulmuştur…

Böylece  yerel alanda başlayan Milli Mücadele artık organize bir güce kavuşmuştur.

Mustafa Kemal Paşa Samsun’a çıkmadan neredeyse tam 1 ay önce 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa, 12 Nisan 1919’da Erzurum’a hareket etmiştir.

  1. Kolordu Kumandanı Ali Fuat Paşa ise, kolordunun barış zamanında konuşlanma yeri olan Ankara’ya, 13 Mayıs 1919’da ulaşmıştır.

Mustafa Kemal Paşa da müfettişlik göreviyle 16 Mayıs 1919’da İstanbul’dan Samsun’a hareket etmişti. Yanında Refet (Bele) Bey de bulunmaktaydı.

23 Mayıs’ta yola çıkan Rauf Bey ise Balıkesir, Salihli, Denizli, Afyon’da Teşkilat-ı Mahsusa ve mahalli direniş örgütleri ile ilgili çalışmalardan sonra Ankara’ya ulaşmış ve. Fuat Paşa’nın, Kemal Paşa’yı Rauf Bey’in gelişi konusunda bilgilendirmesinden sonra Millî Mücadelenin bu dört öncüsü Amasya’da toplanarak Amasya Tamimi’ni hazırlayacaklardır.

Mersinli Cemal ve Kazım Karabekir Paşa’nın da onaylamasından sonra Tamim tüm ilgililere duyurulmuştur. Memleketin kurtuluşunun milletin azim ve kararıyla mümkün olacağını belirten bu tamim, Milli Mücadele’nin ilk büyük adımı ve kıvılcımı olacaktır.

Milli Mücadele’nin “Küresel Satranç Tahtasında” “ALTIN JENERASYON” birer birer yerlerini alırken ne İstanbul Hükümeti,ne de İngilizler bir süre daha sonunda acı bir “MAT” yaşayacakları uzun ve zorlu bir satranç oyununun ilk hamlelerinin yapılmakta olduğunun farkına bile varamamıştır…

***

Bir direniş çağırısı olan Amasya Tamimi ile Sivas Kongresi hazırlıkları işgal kuvvetlerini fazlası ile rahatsız etmiştir. Hükümet üzerindeki ısrarlı talep ve baskılarıyla, 26 Haziran 1919’da Dâhiliye Nazırı Ali Kemal’e, millî ordu teşkil etmenin ve millî savunma girişimlerinin bir felâket olduğu, sorumluların cezalandırılacağına dair bir bildiri yayınlatan İngilizler artık diplomatik dili bir yana bırakmış tambir işgalci üslubu ile tehditler savurmaktadırlar…

İngilizler sadece bununla kalmamıştır, Mustafa Kemal Paşa’nın azli kararını da aldırmışlardır. Ancak bu emirleri kimse dinlemediği gibi, Mustafa Kemal Paşa’nın azli işleme konulmayacak. Karar hükümet içinde sert tartışmalara yol açacak ve Dâhiliye ve Harbiye nazırları aynı gün istifa etmek zorunda kalacaktır….

İngilizler bir şeylerin ters gittiğini anlamış ama henüz tam kestiremedikleri bu tersliğin ne olduğu konusunda İstanbul-Londra arası yazışmalarında birbirlerine “Neler oluyor?” diye sormaktadırlar…

Olan ise “Planın” işlemeye başladığı ve uzun sürecek olsa da artık kum saatinin Anadolu’da İngilizler için tersine doğru akmaya başlamasından başka bir şey değildir…

Ali Fuat Paşa, İngilizlerin yayınlattıkları bildirinin kötü etkilerini silmek için 26 Haziran 1919’da 1408 numaralı şifre ile bir genelge yayınlamıştır. Genelgede kolordu mıntıkasına giren bölgelerdeki (Ankara, Kastamonu illeri ile Kütahya, Afyonkarahisar bağımsız sancakları, Konya Vilayeti’nin Isparta ve Burdur livaları) her sancakta birer mevki komutanı olacağı belirtiliyordu.

Bu komutanlar asayişi korumak, milli teşekküller ile vatanı savunanlara yardım etmek, içerideki fesat hareketleri ile dışarıdan gelecek işgallere karşı koymak görevlerini ifa edeceklerdi. Kısaca, Müdafaa-ı Hukuk ve Reddi İlhak Cemiyetleri’nin kurulması ve kurulanların faaliyetlerine yardım edilmesi isteniyordu.

Genelgede her ne kadar Dâhiliye Nazırı’nın Kuva-yı Milliye’nin faaliyetlerini sekteye uğratabilecek beyanatta bulunmuşsa da, hem kendisinin hem de Harbiye Nazırının görevden çekildikleri belirtmekte idi.

Anlaşılacağı üzere genelge açıkça merkezi hükümete karşı bir başkaldırı metniydi….

Ali Fuat Paşa’nın milli mücadele yanında açıkça tavır alması İstanbul Hükümeti’ni son derece rahatsız etmekteydi…

Bunun neticesinde Ali Fuat Paşa’dan 20.Kolordu kumandasını Ahmet Hulusi Paşa’ya terk etmesi istenmişti. Ancak Ali Fuat Paşa bu emre de uymadı. Ahmet Hulusi Paşa’nın da görevi kabul etmemesi üzerine Ali Fuat Paşa, vekâleten XX. Kolordu Kumandanlığına devam edecekti…

Nezaret bu defa Kiraz Hamdi Paşa’yı asaleten Fuat Paşa’nın yerine tayin edecek, ancak Beylikköprü mevkiindeki demiryolu köprüsü tahrip edilmek suretiyle onun da Ankara’ya ulaşması engellenecekti…

“ALTIN ÇOCUKLAR” derslerini yine iyi çalışmışlardı…

***

Harbiye Nezareti bunun üzerine XX. Kolordunun konuşlanma yerini Eskişehir olarak belirlemiş fakat bu defa da kolordu mensupları bu talimata uymamıştır.

4 Eylül 1919’da toplantılarına Sivas Kongresi delegeleri Fuat Paşa’nın vaziyetindeki bu karmaşayı gidermek amacıyla 9 Eylül’de Onu “Garbi Anadolu Umum Kuvva-yı Milliye Kumandanlığı” ile görevlendirecektir….

Bu arada İstanbul Hükümeti tarafından merkeze çağrılan Ali Fuat Paşa, sağlık raporunu gerekçe göstererek Ankara’dan ayrılmayacaktır.

Bundan sonraki süreç ise giderek sıcaklaşacaktır…

İngilizlerin Osmaneli’nden de atılması için Ali Fuat Paşa tarafından Adapazarı’na müfrezeler gönderilecekti. Burada Kuvva-yı Milliyenin açtığı ateş sonucu birkaç İngiliz askeri ölecek, İngilizler hemen İstanbul Hükümeti’nden sorumluların cezalandırılmasını isteyecek, Hükümet ise bir nasihat heyeti gönderecektir..

Ama bu Ankara hükümetini yola getirsin diye gönderilen “Nasihat Heyeti” İstanbul Hükümeti için tam bir hayal kırıklığı ve prestij kaybı olacaktır…

Zira “Nasihat heyetinde” bulunan Yusuf Kemal (Tengirşek), Rıza Nur, Hoca Vehbi Efendi, Binbaşı Azmi ve Salih Omurtak bir daha İstanbul’a geri dönmeyerek Milli Mücadele saflarına katılacaklardır…

Tüm bunlar yaşandıktan sonra İngilizler Çanakkale sonrasında bir kez daha “Çaresizliği” tadarak, tüm güçlerine rağmen bu ülkenin adanmış vatamsever “ALTIN JENERASYONUNA” ve ilmek ilmek işlenen bir plana karşı hiçbir istediklerini elde edemeden 27/28 Mart 1920’de  Osmaneli’ndeki köprüleri tahrip ederek İzmit ‘e çekileceklerdi….

Yaşanan tüm bu zorlu sürecin sonucunda Milli kuvvetler Geyve Boğazı’na yerleşmişti. İlk “Küçük maç” kazanılmıştı ama bu son olmayacaktı ve İngilizler bunu henüz bilmiyorlardı…

“ALTIN ÇOCUKLAR” henüz “ısınma turuna” çıkmıştı…

***

 

 

Süreç ilerlerken 1920’de Uşak’ın Yunanlılar tarafından işgali sonrasında Çerkes Ethem ve Ertuğrul Grubu Kumandanlığında (Kazım Özalp) Yunanlılara zayıf bulundukları Gediz’den saldırılması fikri doğmuştu.

Oysa Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti (Genelkurmay Başkanlığı)  böyle bir taarruza karşı idi ve İsmet Bey bizzat cepheye gelerek kumandanlara durumu anlatmıştı.

Ancak kumandanların ısrarı üzerine Ali Fuat Paşa ilk kez kritik bir hata yapacak ve taarruz emri verecek, bu emre müteakip olarak 24 Ekim’de başlayan bu taarruz hamlesi başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

Başarısızlık üzerine ortalık bir anda karışmış, Kuva-yı Seyyare ve nizami birlikler birbirlerini suçlarken, Ali Fuat Paşa cephe kumandanlığından alınmış, yerine İsmet Bey getirilmiştir.

Bundan sonraki süreç için Ankara’ya çağrılan Ali Fuat Paşa’ya Moskova Büyükelçiliği teklif edilecek ve Kasım ayında da resmen bu göreve atanmıştır. Ali Fuat Paşa’ya göre cepheden uzaklaştırılmasında Tevfik Paşa hükümetiyle İngilizlerin etkisi olmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk ise Nutuk’ta  Gediz taarruzunun Kuva-yı Milliye’nin tasfiyesi ve düzenli orduya geçilmesi zorunluluğunu bir kez daha ortaya çıkarttığı belirtmekte ve yaşanan olaylara gönderme yapmaktadır….

Dolayısı ile Böyle bir yapılanmaya engel oluşturması ihtimali üzerine –Kuvay-ı Milliye’nin tasfiye edilerek düzenli orduya geçiş-, Ali Fuat Paşa’nın cepheden ve ülkeden uzaklaştırıldıği değerlendirmesi yapılacaktır.

Ancak bu klasik bir “Uzaklaştırma” yahut “Tasfiye” hamlesi değildir… Zira ateş ve barut ile sulanan cephe meydanlarının hep daha fazla silaha,mühimmata ve tabii ki paraya ihtiyacı vardır…

Ve bunların temin edilebileceği tek adres o an için 1917’de Bolşevik ihtilalinin yaşandığı Rusya’dır…

Bilindiği gibi Büyük Millet Meclisi’nin açılışından hemen sonra Mustafa Kemal Paşa, Lenin ile mektuplaşmaya başlamıştır. Fakat karşılıklı temaslara rağmen o güne kadar Moskova ile resmi ilişkilere geçilememiştir.

Hâlbuki İstanbul’un işgal edildiği, Yunanlıların Bursa Uşak hattını ele geçirdiği bu günlerde Ankara’nın hem maddi yardım olarak, hem de stratejik anlamda Rusya’ya ihtiyacı vardı. Eylül 1920’de doğuda Ermenilere karşı harekete geçen 15. Kolordu Sarıkamış, Kars, Ardahan, Artvin, Batum, Iğdır ve Gümrü’yü almıştır.

3 Aralık’ta Gümrü Anlaşması’nın imzalanması ile doğu sınırı güvenceye alınmıştır. Artık Rusya ile resmî ilişkiler kurulabilirdi. Ali Fuat Paşa’nın şahsında Mili Mücadele taraftarı, güvenilir bir kişi Moskova’ya büyükelçi atanmış oluyordu. Aynı zamanda onun ayrılması ile batı cephesinde istenilen düzenlemeler rahatça yapılabilecekti.

Her ne kadar “burjuva milliyetçi” bir hareket olarak tanımlansa da Ankara, Rusya’dan ekonomik siyasi yardımlar beklemekteydi. Ali Fuat Paşa, Moskova’ya hareketi sırasında Kars’ta Sovyetlerin Ankara temsilcisi Medivani ile bir dostluk ve yardımlaşma anlaşmasını görüşmüştür. Aynı yerde Mustafa Suphi ve arkadaşları ile yaptığı konuşmaları da Ankara’ya rapor etmiştir. Moskova’da Çiçerin, Karahan, Stalin ile mülakatlar yapan Fuat Paşa ile elçilik mensupları, Moskova Antlaşmasının ilk çalışmalarını tamamladılar. Anlaşma 25 Şubat-15 Mart tarihleri arasında yapılan esasa yönelik müzakereler sonrasında, 16 Mart 1921’de imzalanmıştır.

Anlaşma sonrasında bir miktar harp malzemesi ile, 1921 yılı için vaat edilen 10 milyon altın ruble’nin yarısı Türk tarafına teslim edilmiştir. Kars Türkiye’ye iade edilmiş, ancak Batum Sovyet Rusya’ya bırakılmıştır.

Aslında bizim Rusya’ya ihtiyacımız kadar Rusya’da yönetime gelen Bolşeviklerin de bize ihtiyacı vardır. Zira Rusya devrim sonrasında Bolşevikler ile Menşevikler arasında kanlı bir iç savaş yaşamaktadır ve Anadolu’nun tamamen işgale uğraması demek Menşevikleri destekleyen Müttefiklerin asker-silah-mühhimat-lojistik yardımlarının Menşevişklere akması anlamına gelmektedir.

Ali Fuat Paşa’nın SSCB hükümeti ile kurduğu ilişkiler ve sağladığı ekonomik ve askeri yardım hem Kurtuluş Savaşı açısından hem Rusya açısından stratejik önem taşıyacaktır. Ortada tam manası ile bir “Win-win” anlaşması durumu vardır…

26 Ağustos 1922 tarihinde başlayan Büyük Taarruz, Yunan askerlerinin tümüyle Anadolu’dan atılması ile sonuçlanacaktır…

Zaferden sonra Kemal Paşa’nın daveti üzerine Rauf Orbay ve Ali Fuat Paşa, Yusuf Kemal Bey’le birlikte İzmir’e gitmiştir. Burada Rauf Bey’in, Refet ve Fuat Paşaların terfi ettirilmesini teklif ettiği, ancak teklifin harbe iştirak etmemeleri nedeniyle kabul edilmediği Nutuk’ta ve İsmet İnönü’nün hatıralarında yer almaktadır.

En nihayetinde Yasama görevi sona erdiği gerekçesiyle Ali Fuat Paşa’ya 1 Ekim 1927’de ordu açığına alınarak, 5 Aralık’ta da Karabekir ve Cafer Tayyar Paşalarla birlikte emekliye sevk edildiğine dair zarfı tebellüğ etmiştir. Böylece Ali Fuat Paşa’nın askerlik hayatı daha 45 yaşında sona ermiş olacaktır…

Cumhuriyet Devrimi ve askeri disiplin ile Cumhuriyet ilkelerine bağlılık konusunda Mustafa Kemal Atatürk en yakın arkadaşına dahi bir milim taviz vermeyerek zamanı gelince “Tasfiyeyi” bizzat gerçekleştirmiştir.

Ali Fuat Cebesoy’un Cumhuriyet’in ilanı sonrası Mustafa Kemal ile yaşadığı görüş ayrılıkları,muhalif siyasi duruşu ve İzmir Suikastı’na adının karışması gibi sefahatlar yazımızın konusu olmadığı için değinmiyoruz.

Ama Milli Mücadele’nin bir “Altın Çocuğunun” daha okul sıralarından itibaren başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere –Ki Mustafa Kemal ile daha öncelerinden çocukluk arkadaşıdır- pek çok önemli Milli Mücadele kahramanı ile çok önceden yollarının kesiştiğini hatta kurulan “Ağın” tam ortasındaki isim olduğunu bu tabloda görüyoruz….

***

Şimdi ise dönemin “ALTIN JENERASYONUNUN” yaşça 4-5 yaş büyüğü olsa da adını Türk Devrim tarihine ve Kurtuluş Savaşı’na altın harfler ile kazanmış bir başka “ALTIN ÇOCUK” olan Fevzi ÇAKMAK’a uzanıyoruz…

Fevzi Çakmak 1876 yılında Miralay Ali Sırrı Bey’in oğlu olarak Dünya’ya gözlerini açacaktır…

Kardeşi Yüzbaşı Nazif Bey Çanakkale şehidi,bir diğer kardeşi askeri rüştüyede okurken şehit olmuştur. Hani tabiri tam da yerinde olacak; Fevzi Çakmak “Asker oğlu Askerdir”…

Ama Çakmak öyle “Sıradan” bir asker değildir…

1898’de Mekteb-i Erkan-Harp Sınıfına girecek,kısa sürede üst üste terfiler alacak ve1899’da 3.Ordu’ya Bağlı Metroviçe’deki 18.Fırka’da Kurmay Heyeti’nde ilk görevini ifa ettikten sonra,1907’de Miralay (Albay) terfisi alıp,1908’de 35.Fırka Komutanı ve Taşlıca Mutasarrıfı,1910 Kosova İstanı’nı bastırmakla görevli Kosova Kolordusu Kurmay Başkanı,1911 Trablusgarp Savaşı esnasında Trakya’yı savunmakla görevli Garp Ordusu Kurmay Başkanı,Balkan Savaşı’nda 21. Yakova Fırka Komutan Vekili,1913’te 5. Kolordu Komutanı ve en nihayetinde1915’te de Mirliva (Tuğgeneral) ataması ile “Paşa” olacaktır.

1899’da Kurmay Yüzbaşı olarak Harp Akdemisi’nden mezun olmasının ardından sadece 16 sene sonra artık o bir Osmanlı Paşasıdır…

Çakmak 1.Dünya Savaşı’nda Çanakkale-Kafkas-Suriye cephelerinde görev yapacak,1918’de Ferik’liğe (Tümgeneral) terfi edecektir. Ve 24 Aralık 1918-14 Mayıs 1919 arası Osmanlı’nın son Genelkurmay Başkanı (Erkan-ı Harbiye Reisliği) görevine getirilen isim olacaktır…

3 Mayıs 1920’de Kurtuluş Savaşı’na katıldığında önce  Milli Müdafaa Vekili,24 Ocak 1921 itibariyle ise  Milli Müdafaa Vekilliği de kendisinde kalmak üzere İcra Vekilleri Heyeti Reisi yani  Başbakan olacak isim yine Fevzi Paşa olacaktır…

Fevzi Çakmak 3 Nisan 1921: Ferik-i Evvel’liğe (Korgeneral) terfi ettirilecek,3 Ağustos 1921 tarihinde ise Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekilliği (Genelkurmay Başkanlığı) görevi kendisine verilecektir.

30 Ağustos Dumlupınar Meydan Muharebesi sonrası MÜŞİR yani “Mareşal” terfisi alacak  ve terfi ile birlikte Mustafa Kemal Atatürk dışında TSK tarihinin tek Mareşali oldu…

Çakmak, Cumhuriyet döneminde tam 23 yıl “ARALIKSIZ” Genelkurmay Başkanı olarak görev yaptı ve 2.Dünya Savaşı Boyunca da bu görevdeydi ve NATO’ya üye olmamızı bile beklemeden ABD’nin 1946 Marshall Yardımları kapsamında kendi çıkarlarına uygun yeni bir savunma hattını dayatmak için yerle yeksan ettikleri ÇAKMAK HATTI olarak anılan Türkiye’nin savunma planını hazırlayan isimdi…

Atatürk’ün ölümüne yakın ismi Cumhurbaşkanlığı için geçse de O askerlikten ayrılmayı bir an bile düşünmeden ordusunun başında kalacak ve Türkiye’nin 2. Dünya Savaşı yılları boyunca ordusunun başındaki en güvendiği “Maraşal” olarak görevini sonuna kadar sürdürecektir…

Şimdi gidiyoruz bir başka “ALTIN” isme,Refet BELE’ye…

Rıfat Bele 1881 Selanik doğumludur…

1898’de Mekteb-i Harbiye 39.‘su olarak “Kurmay Mektebine” gitme hakkı kazanan 40 “Elit isim” arasına giren Bele’nin Mustafa Kemal ile yolları 1909’da Hareket Ordusu’nda kesişecektir.

Bele Mustafa Kemal ile yollarının kesiştiği Hareket Ordusu’nda Jandarma Taburu’na komuta etmektedir…

Bu dönemde İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesi olan Bele aynı zamanda İttihat ve Terakki’nin kurucularından Talat Paşa‘nın en yakın arkadaşlarından birisidir…

. 31 Mart İsyanı‘ndan sonra toplanan İttihat ve Terakki Kongresi’nde cemiyetin siyasi parti haline gelmesi ve askerin politikadan çekilmesi gerektiğini savunan Mustafa Kemal‘i destekleyecek ve Mustafa Kemal ile ilişkileri daha da sıcaklaşacaktır…

Tüm bunlar yaşanırken cephelerdeki sıcaklık da durmamaktadır…Önce Trablusgarp,sonra 1.Balkan Savaşı Osmanlı’yı derinden sarsmış,binlerce vatan evladının şehit düşmesine,Balkanlar’da büyük bir trajedinin yaşanmasına sebep olmuştur.

İşte Rıfat Bele bu süreçte, Ekim 1909 tarihinde başladığı Harp Akademisi’ne devam ederken önce Trablusgarp Savaşı’na sonra Balkan Savaşı‘na katıldı. 1 Kasım 1912 tarihinde Harp Akademisi’ni birincilikle bitirip Genelkurmay Karargâhı’na atanacak ve 1914 yılında I. Dünya Savaşı‘na katıldı. 1.Dünya Savaşı’nda Gazze Savaşı‘nda büyük başarılar gösterecektir….

Refet Bele, Mondros Mütarekesi‘nin imzalanmasından sonra İstanbul‘a dönebildi. Üstlendiği Jandarma Genel Komutanlığı görevi, ülkeyi bir arada tutmaya çalışırken jandarmayı alternatif bir güç olarak gören milliyetçi subaylar için önemliydi.

İstanbul’un asayiş sorunu ile ilgilenirken bir yandan da Anadolu’ya gizli yollardan silah gönderdi.

Jandarma Umum Kumandanı olarak görev yaptığı günlerden itibaren, Millî Mücadele planları için Mustafa Kemal Paşa‘nın evinde yapılan toplantılara düzenli olarak katılacak olan Rıfat Bele, Mustafa Kemal, Ali Fuat, Rauf, Kâzım Karabekir Beyler ile birlikte “Kurtuluş Savaşı’nın İlkleri” diye anılan grubun parçası olacaktı.

Bele,16 Mayıs 1919 tarihinde, 9. Ordu Müfettişi göreviyle ve Kurtuluş Savaşı‘nı başlatma maksadıyla Anadolu’ya giden Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Bandırma Vapuru‘na binerek Samsun‘a giderken o vapura binen herkes gibi vatan uğruna aslında belki bir daha hiç geri dönemeyeceği bir uolculuğa çıktığını gayet iyi biliyorsu…

Bu yolculukta Bandırma Vapuru’nda yanınjda olmasının bizzat Mustafa Kemal Paşa istemişti. 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Paşa ile Samsun‘a çıkarak Paşa’nın yakın çalışma arkadaşları arasına girecekti.

Mustafa Kemal ve ekibi Samsun’a varmıştı ve vatanın nasıl içten içe kaynamakta olduğunu görmüşlerdi….

Esaslı bir yol haritasına ihtiyaçları vardı ayrıca bu mücadeleye neden giriştikleri,daha doğrusu neden buna mecbur kaldıklarını kamuoyuna çok iyi anlatmalı,bürokrasi içerisinde yer alan vatansever kadroları kendi taraflarına çekmeli,tüm bunları yaparken hala “Hilafet” ve “Saltanat” makamına yüzlerce yıllık bağ ile bağlı olan cahil halk kitlelerini karşılarına almayacak kıldan ince,kılıçtan keskin bir denge üzerinde yürümeleri gerekmekteydi.

Ayrıca ekonomik olarak da ciddi sıkıntılar mevcuttu… Öyle ki bırakın cepheye ordu kurup,orduya teçhizat vermeyi,misafire ikram edilecek kahveyi bulmakta zorlanıyorlardı. Kahve olsa bhu kez şeker olmuyor,paşalar misafirleri kahve istediğinde “Şekersiz içiyordunuz kahvenizi değil mi?” diye son derece kibarca ve diplomatik bir dille aslında “Şekerimiz yok” diyorlardı…

Samsun’a vardıktan sonra Mustafa Kemal ve yakın çalışma arkadaşlarının işte bu şartlar altında çalıştığı ve onların dışında bu hummalı çalışmalara ve kaldıkları evlerdeki hareketliliğe anlam  veremediği toplantı üzerine toplantıların yapıldığı geceler yaşanmaktaydı…

“Ekip” başlatılan Millî Mücadele’nin gerekçesini, amacını, yöntemini açıklayan bir belge niteliğindeki Amasya protokolünün hazırlandığı toplantıları bitirmiş,bu toplantılarda en çok ön  plana çıkan isimlerden birisi de Refet Bele olmuştu…

Neticede 21 Haziran 1919 tarihinde gizli bir genelge ile duyurulan protokolde imzası olanlardan birisi de Refet Bele olacaktı…

Bu protokolün hazırlanmasının hemen ardından görev dağılımı yapılmış,Mustafa Kemal ve Rauf Bey Sivas’a doğru yola koyulurken, yanlarında onlarla beraber belki de bir meçhule doğru yola çıkan diğer isim Refet Bele olmuş, Milli Mücadele’nin o esnadaki öncü kadroları ise Erzurum Kongresi’nin hazırlıklarına başlamak üzere Erzurum’da kalmışlardı…

Plan yapılmış ve tüm zorluklara rağmen işlemeye başlamıştı…

***

Günler geçecek, her geçen gün ise İngilizler’in işgalci tutumları giderek daha da kendisini daha da sert biçimde kendisini gösterecekti…

İşte bu süreçte İngilizlerin Temmuz ayı başında Samsun bölgesine asker çıkarmaları üzerine Kavak civarına topçu birliği yerleştirip savaş düzeni almasıyla acil olarak bu hamleye bir karşılık verilmesi gerekecek,sahneye çıkan ise Refet Bele olacaktı. Elindeki az sayıda ve teçhizatı yetersiz kuvvet ile can siperhane bir mücadele örneği gösterecek olan Refet Bele İngilizlerin bu harekâtını durduracak,İngilizler Ali Fuat Cebesoy’dan sonra bir darbe de Refet Bele’den yiyecekler,o “Sarsılmaz” dedikleri prestijleri Türk vatanseverleri karşısında bir kez daha yerle yeksan olacaktı…

İngilizlerin bu duruma düşürülmeleri İstanbul Hükümeti’ni endişeye sevk edecek,kendi geleceklerini  ülkenin geleceğine çoktan tercih ederek İngilizler’in eline teslim etmiş olan İstanbul Hükümeti,Harbiye Nezareti vasıtası ile işte tam da bu günlerde Refet Bele’ye  Mustafa Kemal’in emirlerini dinlememesi gerektiğini aksi halde bu durumun İngilizlere işgal hakkı tanıyacağını bildiren bir telgraf gönderecekti.

Refet Bele Harbiye Nezareti’nden kendisine gelen bu telgrafa uzun ve tarihi bir yanıt verecek ve cevabında “Mustafa Kemal’in Erzurum’da olduğunu, onun bu durumla ilişkisi olmadığını, bunun yurtsever herkesin yapacağı bir hareket olduğunu” bildirecek, hem Mustafa Kemal’i koruyacak hem de gayet diplomatik biçimde “Bizler yurtseveriz,sizler ise düşmanla iş birliği yapan siyasi müstevlilersiniz.Biz her yurtseverin yapması gerekeni yapıyoruz,bhunun için de izin isteyecek yahut talimat almayı bekleyecek değiliz. Herkes yolunu seçti,sizin yolunuz size bizim yolumuz bize” mesajını İstanbul’a iletecek,Refet Bele’den gelen tarihi cevap İstanbul’da birkez daha soğuk bir duş etkisi yaratacaktı…

Yaşanan bu gelişmenin hemen ardından Refet Bele,13 Temmuz 1919 tarihinde Takvim-i Vekayi‘de yayımlanan yazı ile ordudaki görevinden alınacaktı ama görevden alınacağını “Telgraf hadisesi” sonrasında öngören Refet Bele ise tam bir gün önce yani 12 Temmuz 1919 tarihinde Kavak’tan gönderdiği telgrafla istifasını bildirecekti. Ankara’nın “ALTIN JENERASYONU” ile Saray’ın İngiliz Muhipleri arasında adeta bir sinir harbi yaşanıyordu ve Saray’ın sinirleri çoktan bozulmaya başlamıştı bile…

***

Kurtuluş Savaşı’nın önder kadrosu, Milli Mücadele’nin ilk ve erken safhasında sadece işgalcilere ve O’nların Saray’daki “Kullanışlı aparatları” olan Padişah,Sadrazam ve nazırlara karşı değil,içerideki başıbozuklara,isyancılara karşı da mücadele etmek zorundaydı…

İşte bu çerçevede Hilafet yanlıları tarafından nisan ayında Düzce’de başlatılan ve gittikçe yayılan isyanın bastırılması ve hemen ardından Haziran ayında baş gösteren Yozgat İsyanı’nın bastırılması yapılacak asli ve “Büyük Savaş” için hayati önem arz etmekteydi ve bu isyanların bastırılmasında sahneye çıkan isim yine Rıfat Bele olacaktı…

Ağustos ayında Ankara’ya dönecek olan Rıfat Bele, 14 Temmuz tarihinde verilen ve 25 Temmuz tarihinde padişah tarafından onaylanan bir kararla idama mahkûm edildi. Rıfat Bele, Mustafa Kemal için çıkartılan “Yağlı urgana” vatan uğruna seve seve ve gönüllü olarak ortak olacak ilk isimlerden birisi olmuştur…

22 Haziran 1920 tarihinde başlayan Yunan saldırısı ile Balıkesir ve Bursa‘nın işgal edilmesi üzerine, ancak düzenli ordunun Yunan kuvvetleri ile başa çıkabileceğine karar verilmiş; Kuvâ-yi Milliye’nin tasfiye edilip düzenli ordu kurulmasına başlanmıştı. Bu sırada batı cephesi kuzey ve güney olarak ikiye bölündü; kuzey cephesi komutanlığına İsmet Bey (İnönü), güney cephesi komutanlığına Refet Bey getirilecekti…

Daha sonra Demirci Mehmet Efe ve Çerkes Ethem ile yaşanan süreçler sonrasında Batı Cephesinin Kuzey ve Güney olarak 2’ye bölünmesinden vazgeçildiğini ve Batı Cephesi Kumandanlığı görevine İsmet İnönü getirildiğini ise yazımızın Ali Fuat Cebesoy bölümünde tafsilatı ile anlatmıştık…

Refet Bele Kurtuluş Savaşı döneminde sadece bir asker olarak yer almayacak,Dahiliye ve Savunma Vekilliği görevlerini de icra ederek politik bir figür olarak da sahne alacaktı….

Refet Bele çok iyi bir asker,gayet iyibbir politikacı olmasının yanında aynı zamanda diplomatik yetenekleri de son derece gelişmiş bir isimdi. Zaten daha milli mücadelenin başında kıldan ince kılıçtan keskin bir denge ile İstanbul ile yapılan görüşmelerde ustalıkla kullandığı kullandığı diplomatik dil ve gerektiği zaman diplomat zekası ile de karar verebilme yeteneği ile bu özelliğini çoktan ortaya çıkartmıştır…

İşte tam da bu sebele  Dumlupınar Meydan Muharebesi‘nin kazanılmasının ardından gerçekleşen Mudanya Mütarekesi görüşmeleri sırasında gerektiğinde delegasyona yardım etmek için Mudanya’da kalması uygun görülecektir…

Kurtuluş Savaşı’nı sonlandıran Mudanya Mütarekesi‘nin imzalanmasından sonra Ankara Hükûmeti’nin İstanbul’daki temsilcisi sıfatıyla saltanatın kaldırıldığını Sultan Vahdettin’e tebliğ eden de, 4 Kasım 1922 tarihinde İstanbul’un idaresine TBMM namına el koyan da, Vahdettin’in İstanbul’dan ayrılışından sonra Abdülmecid Efendi ile görüşen ve TBMM tarafından halife seçilmesi üzerine ona uyması gereken şartları tebliğ eden isim de yine Rıfat Bele olacaktır…

Ancak ne oluyorsa olmakta ve Cumhuriyet’in ilanı sonrasında o gözlerini ölümden sakınmayan bu “ALTIN JENERASYONUN” en önemli isimlerinde “Radikal değişimlere karşı” mesafeli bir tutum hatta bir “Temkinli ilerleme” tercihi orataya çıkmaktadır.

İşte Refet Bele de bu etki altında olan isimlerden birisidir…

Cumhuriyet’in ilanı sonrasında ise Millî Mücadele sonrasında köklü ve hızlı devrim hareketlerinden rahatsızlık duyan Refet Bey, 9 Kasım 1924 tarihinde  Halk Fırkası’ndan istifa edecek, 17 Kasım tarihinde kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurucuları arasında yer alacaktır.

Ancak bu siyasi dönemi yazımızın konusu dışında olduğu için bu safahatı kaleme almıyoruz.

Ancak görüyoruz ki Cumhuriyet’in “ALTIN JENERASYONUNUN” en önemli isimlerinden birisi de aslında çok önceden Milli Mücadeleyi verecek ve Cumhuriyet’i kuracak olan bu “Ekibin” içerisindedir ve öyle “Resadüfen” değil gayet planlı,programlı ve sistematik biçimde bu mücadelede yer alan isimlerden oluşan bu benzersiz “Ağa” çok önceden dahil olmuştur…

***

Şimdi ise sırada gerçek manada Milli Mücadeleye biraz gecikme ile de katılsa damgasını vurmuş olan, son akıncıbeyi olarak adlandırılmasında ise hiçbir beis olmayacak “Altın Jenerasyonun” bir diğer üyesi olan Fahrettin ALTAY var ve biz bu kez de o “Türk’ün Ateşle İmtihanı” sürecini O’nun hikayesi üzerinden okuyacağız…

Fahrettin Altay,24 Aralık 1880’da İşkodra’da Dünya’ya gelecektir…

Babası İsmail Bey Bursa Askeri Lisesi mezunu  ve  Harbiye Nazırı eski Yaveri’dir. 1899 yılında Mekteb-i Harbiye’yi dönem 1.’si olarak bitirmiş,Kurmay Mektebi (Harp Akademisi) eğitimini ise 1902 yılında dönem 6.’sı olarak tamamlamış olan Fahrettin Altay döneminin en parlak ve gelecek vaad eden askeri akademi öğrencileri arasında gösterilmektedir…

Fahrettin Altay aynı zamanda o dönem Makedonya’da 3. Ordu’da görevli olan Enver Bey (Paşa) ve İsmail Hakkı Bey (Paşa) ile de sınıf arkadaşıdır. Enver Bey (Paşa) ile olan yakın arkadaşlığı mektuplaştıkları dönemde dahil olmak üzere giderek sıkılaşırken, bu yakınlık nedeni ile İttihat ve Terakki’nin “Kalbi” ve “Çelik Çekirdeği” olarak 3.Ordu’da Enver Bey etrafında oluşan kadrolaşmanın yapılanmasında da katkıları olacaktır…

Balkan Savaşları esnasında son derece parlak bir kurmay subay olması neni ile doğrudan dönemin Başkomutanı Ahmet İzzet Paşa’nın Kurmay Karargahı’nda Binbaşı rütbesi ile görev yapacakm olan Fahrettin Altay ileride yapacaklarının sinyallerini de bu karargah subaylığı döneminde verecektir…

Çanakkale Boğazı tehdit altına girince 3. Kolordu Karargâhı Gelibolu’ya gönderilecek, Fahrettin Altay ise 25-26 Nisan 1915’te Seddülbahir, Anafartalar, Arıburnu, Conkbayırı muharebeleri sırasında kolordu kurmay başkanı olarak bu tarihi savaşta görev alaktır…

Savaş sırasında Mustafa Kemal Bey’de 3. Kolordu’ya bağlı 19. Tümen Komutanı’dır ve Mustafa Kemal ile yolları ilk kez burada kesişmiş ve ikili burada sıkı bir dostluk geliştirmiştir. Hatta Mustafa Kemal’in Alman generaller ile münakaşalarından birisinin ardından görevi bırakma kararı almasından hemen sonra yanına koşup O’nu bu kararından vazgiçerecek olan isim de yine Fahrettin Altay olacaktır…

Fahrettin Altay 1.Dünya Savaşı’nın kaybedilmesinin ardından Konya’daki görevi esnasında hala bir umutla Osmanlı devlet mekanizmasının kullanılarak bir Kurtuluş Mücadelesi verilip verilemeyeceğini düşünmekte bir yandan da Anadolu’nun ortasında işgale karşı emrinde ve etkisinde olan asker ve sivil bürokrasiyi şekillendirmektedir.

Ancak 1920 yılına geldiğinde O’da İstanbul Hüküneti’nden,Saray’dan ve padişahtan umudunu kesmiş,bunların kendi gelecekleri için vatanı nasıl düşmana sattıklarını tüm açıklığı ile görmüştür.

İşte tam da bu esnada Anadolu’da başlayan Milli Mücadele’nin Fahrettin Altay gibi parlak ve cephe deneyimi yüksek kurmay bir zekaya en çok ihtiyacı olduğu zamanlardan geçilmektedir. Günlerden bir gün Fahrettin Altay’ın “Ağır bir” misafiri vardır ve o “Misafir” ile yaptıkları uzun görüşmeler ve planlamalar neticesinde Fahrettin Altay da Milli Mücadele’ye katılacaktır.

Fahrettin Altay ile özel bir görüşme yaparak kendisinin Anadolu’da başlatılan Kurtuluş Mücadelesi’ne dahil olması için kendisini ikna etmiş kişi ise Refet Bele’den başkası değildir. Böylece Fahrettin Altay gibi “ALTIN JENERASYONUN” en önemli öisimlerinden birisi daha Kurtuluş Savaşı’nın “A TAKIMI” kadrosuna dahil olacaktır…

Fahrettin Altay Milli Mücadele’ye dahil olur olmaz farkının cephede gösterecektir….

Ekim 1920’de Gediz Taarruzu ve 23 Mart-4 Nisan 1921’de II. İnönü Muharebeleri sırasında Batı Cephesi Komutanlığı’na bağlı olarak 12. Kolordu Komutanlığı yapacak olan Fahrettin Altay son derece önemli yararlılıklar gösterecektir.

Bu başarıları sonrasında ise Aslıhanlar ve Dumlupınar muharebeleri sırasında Güney Cephesi Komutanlığı’na bağlı olarak yine 12. Kolordu Komutanlığı’na atanacaktır.

Ordunun yeniden yapılandırılması kapsamında 13 Temmuz 1921’de 15. Tümen ve 14. Süvari Tümenlerinden Albay Fahrettin (Altay) komutasında 5. Grup teşekkül ettirildi ve Fahrettin Albay sınıfı piyade olmasına ve daha önce hiç süvari sınıfı birliklere komuta etmemesine rağmen artık. 5. Süvari Grup Komutanı olarak Kurtuluş Savaşı mücadelesine devam edecekti.

Altay kısa süre içerisinde son derece yoğunj ve disiplinli olarak özel süvari birliği eğitiminden geçirilen askerleri ile Kurtuluş Savaşı’na “Son akıncı beyi” olarak damga vuracak ve kendisi de ilk başlarda şiddetle kendi sınıfı piyade olduğu için karşı çıktığı “Süvari Tümeni Komutanlığı’nı kişilğinin bir parçası haline getirerek adeta içselleştirecektir…

Görevi son derece kritiktir… Genelkurnay Başkanlığı kendisine “Serbest” görev vermiştir. Yani başkaca bir talimat almadığı sürece cephede “Sarkık” olarak konumlanarak Yunan birliklerine gelecek silah,mühimmat ve asker yardımını durdurmak,bu yardımın geleceği demir yollarını ve karayollarını ele geçirmek,zapt etmek ve gerekirse yok etmek yani aslında düşmanın cephedeki “Şah damarını” kesmek görevi Fahrettin Altay ve süvarilerinin omuzlarına yüklenmiştir.

Tabii tüm bu görevlerinin yanında acil bir durum söz konusu olduğunda en yakınındaki birliğe süvarinin hızını kullanarak askeri destek sağlamak,arka cephelere sızmak,çevirme ve takip harekatları yapmak da Fahrettin Altay’ın sorumlulukları arasında olacaktır…

Yunanlılar ise cephe meydanlarına tank teknolojisinin girip,Dünya’nın o dönem ki tüm önemli orduları süvari birliklerini resmi temsil ve protokol kıtalarında sembolik gösteri için kullanırken Türk ordusunun süvari birliklerini halen askeri olarak asli vurucu birimlerden birisi olarak kullanma çalışmalarını alaycı bir gülümseme ile izliyor ve Türk ordusunun kurmay kadrosuna küçümseyen gözlerle bakıyorlardı.

Türk’ün atla olan bağını ve cephede atı ile adeta nasıl “Öldürücü bir bütün” haline geldiğini bilmeyen Yunan Genelkurmayı bu küçümsemenin bedelini çok acı ve ağır biçimde ödeyecek,kendilerinin önüne o ağır faturayı getirip bırakan ise bizzat Fahrettin Altay olacaktır…

Fahrettin Altay süvari komutanı olarak komutası altındaki süvari grubu ile ilk kez Sakarya Meydan Muharebesi’ne katılmıştır. Bu sırada gösterdiği yararlıklardan ve süvari grubunun başarısından dolayı 12 Eylül 1921’de Mirlivalığa (Tuğgeneral) terfi ettirilecektir…

Bu durum Başkumandan Mustafa Kemal, Genelkurmay Başkanı Fevzi (Çakmak) ve Garp Cephesi Komutanı İsmet (İnönü) imzasıyla kendisine bildirilmiştir.

Yazıda “Muharebe meydanlarında sebk eden (geçen) fevkalade hizmet ve fedakârlığınızı takdiren rütbenizin mirlivalığa terfiini tebrik eder ve ordumuzun sizin gibi değerli kumandanları ile müftehir olacağını arz ve temin eyleriz” denilmektedir.

Fahrettin Bey’in terfii, Batı Cephesi Komutanı İsmet imzasıyla 13. 9. 1337(1921) tarihli ordu günlük emri ile “Mangal Dağı’nın işgali ve düşmanın takibi sureti ile fevkalade hüsnü idare ve cesaret ibraz ettiklerinden rütbesinin Mirlivalığa terfi ettirildiği” şeklinde askeri birliklere bildirilmiştir.

Fahrettin Altay’ın Süvari kolordu komutanı olarak Büyük Taarruz’a katılacak ve Kurtuluş Savaşı’nın cepheye “Zafer mührünün” vuralacağı bu tarihi savaşta yaşanan Milli Mücadele’nin en önemli “Kırılma anlarından birisinin baş rol oyuncusu olacaktır…

O halde haydi hep birlikte o müthiş “Kırılma anına” doğru uzanalım…

Türk Ordusu,Yunan Ordusu’na öldürücü darbeyi vurmak için aylardır Büyük Taaruz için hazırlanmaktadır. Yunanlılar da kendilerince güçlü bir savunma hattı meydana getirmiş, hatta Yunanlıların savunma hattını kontrole gelen İngiliz subaylar “Bu hatları Türklerin 2 senede aşmaları bile zor” diyecek kadar da kendilerine güvenmektedirler…

Büyük hesaplaşma öncesinde Yunan ordusu özellikle silah ve mühimmat açısından Türk ordusundan daha rahat bir durumdadır…

Aylardır Büyük Taarruz için hazırlanan ve adeta bir dantel gibi savaş planını çizen Türk Genelkurmayı taarruz tarihini 26 Ağustos olarak belirlemiş,tüm ordu,kolordu,tümen komutanlarına kadar herkesin görevi belli olmuştur…

Türk askeri ise büyük bir sabırsızlık içerisinde 3,5 yıldır verilen kanla bezeli bu Kurtuluş Savaşı’nda düşmanı kesin olarak imha etmek ve vatanın yeniden bağımsızlığına kavuşturmak için yıllardır anasını,babasını,sevdiğini görmemiş “Hasretlik çeken sevdalılar” gibi vatana sevdalı, pek çoğu için aslında ebediyete göç edecekleri gün olacak,bunu da gayet iyi bildikleri  Büyük Taarruz gününü adeta bir kavuşma ve bayram günü bekler gibi sabırsızlıkla beklemektedirler…

Az önce de dediğimiz üzere bütün planlar yapılmış her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüştür.

Büyük Taarruz’da Fahrettin Altay ve emrindeki Süvari tümenine verilen görev ise son derece stratejiktir. Fahrettin Altay’a 26 Ağustos’ta sabahın ilk ışıkları ile başlayacak şiddetli taaruz ile birlikte emrindeki süvarileri ile hızla Yunan ordusunun arkasına Sincalı Ovası mevkiine sarkarak, Yunanlıların cephe gerisi ile ve İzmir ile tüm bağını gerek demiryolu,gerekse istihbarat ağını çökertmesi ve arkaya yapılacak bu harekat esnasında Yunan ordusuna da verebildiği kadar zarar verirken yakınındaki muharip diğer birliklere destek olmasıdır.

Ancak Büyük Taaruz’dan yaklaşık 1 hafta önce savaşın kaderini doğrudan etkileyecek son derece önemli bir gelişme yaşanır. Milli Mücadele’nin önemli kumandanlarından 6. Tümen Komutanı Nazmi Solok Tokuşlar Köyü’ndeki Haydar Ağa isimli kendisine alandan istihbarat sağlayan kişiden bir istihbarat almıştır. Buna göre cephenin Güney kanadında stratejik bir nokta olan Ahırdağı Mevkii’nde 2 patika yol vardır. Bu yollar çok dar ve yanları da uçurum olduğu için Yunanlılar buraları geceleri askersiz bırakmakta ve bu yollar geçişe imkan vermektedir.

Bu 2 patikadan son derece zor ve riskli olsa da gerçekleştirilebilecek bir “Sarkma Harekatı” bir anda Yunan cephe gerisine daha Türk Ordusu taarruza başlamadan Yunanlıları 2 ateş arasında bırakmak ve savaşı daha başlangıçta kazanabilmek için büyük bir avantaj sağlamak anlamına gelecektir.

6.Tümen Komutanı Nazmi Solok’un istihbaratı teyit edilir edilmez, Fahrettin Altay ve 2 süvari tümeni Büyük Taarruz’dan 2 gece evvel bu zor ve tehlikali yollardan,Yunanlıların “Buradan insan bile geçemez” diyerek boş bıraktığı o patikalardan geceleri bırakın yayayı,koca 2 süvari birliğini atları ile geçirip 26 Ağustos sabahı çoktan Yunan cephesinin gerisine adeta ölümcül bir “Hançer” gibi sarkmış ve Türk topçusunun cehennemi top atışı ile zaten panikleyen ve kısa süre içerisinde ön hatlardan geri çekilmeye başlayan Yunan ordusu birlikleri arkalarına baktıklarında o “Küçümsedikleri” süvarileri ve başlarında artık “Son akıncı beyi” olarak efsaneleşen Fahrettin Altay’ı görecek ve 2 ateş arasında kaldıkları sonun başlangıcını yaşayacakları bir korku tünelinin içerisine girecektir.

Bu arada enteresan olan bir başka durum ise Türk topçusunun cehennemi atışları karşısında Yunan topçusunun kısa süre içerisinde ya atış yapamaz hale gelmesi yahut “Kör olarak” yaptıkları atışların hemen hepsinin isabetsiz olmasıdır.

Bu durum esir edildiğinde Yunan Orduları Başkomutanı Trikopis’e de sorulacak ve Trikopis “Topçularınız piyade birlikleriniz hücuma kalkmadan o kadar iyi ve isabetli atışlar yaptı ki bizim topçu bataryalarımız kör oldu” diyecektir.

Ama o iş aslında o kadar kolay olmamıştır… Burada küçük bir parantez açmamız gerekmekte…

Büyük Taarruz’a hazırlanılan uzun aylar boyunca Topçu Erkan-ı Harbiyesi’ni ve oradan geçtiği Harp Akademisi’ni döneminin 1.’si olarak tamamlayan İsmet Paşa, bu kez kurmaylık değil topçu subaylığı konusundaki büyük yeteneğini göstermiş ve topçu birlikleri ile uzun aylar süren milimetrik çalışmalar yaparak Türk topçusunu Büyük Taarruz’a hazırlamış,işte o milimetrik çalışmalar sonucu Türk topçusu metrekare başına 40 kilodan fazla top mermisi ile Büyük Taarruz başlangıcında Yunan mevzilerini döverken, canını kurtarabilen Yunan kurmay askerlerinin daha sonraki yıllarda hatıratlarında yazdıkları ifadeler ile  “Yunan ön savunma siperlerine Türk askerleri ulaştığında siperlerde “Canlı sinek dahi kalmamıştır”

Dediğimiz gibi “ALTIN JENERASYON” son ve “BÜYÜK HESAPLAŞMAYA” çok ama çok iyi hazırlanmıştır…

Parantezimizi kapatıp Fahrettin Altay’a dönecek olursak… Büyük Taarruz’da Yunan Ordusunu cepheye gömen Türk ordusu takip harekatına devam ederken baş rolde yine Fahrettin Altay vardır. Altay Yunanlıların düzenli şekilde geri çekilerek Milne Hattı’nda yeni bir savunma hattı kurmalarına engel olacak, Salihli önlerinden İzmir içlerine kadar Yunan ordusu ile çeşitli çatışmalara girip bir yandan kaçan Yunan ordusunu imha edecek bir yandan da İzmir’e doğru ilerleyecek ve en sonunda İzmir’e girecektir.

 

 

İsmet İnönü hatıralarında Altay’ın 5.Süvari kolordusunu “dört tümenden müteşekkil, her türlü silahı ve topu ile mükemmel bir kıta olduğunu” ifade ederken;bu kolordunun mükemmellik derecesini anlatmak için ise “Mohaç’tan sonra en büyük süvari kuvvetini ben kullanıyorum diye çalım satardım” diye yazacaktır…

Kurtuluş Savaşı sona erdikten sonra Fahrettin Altay 30 Ağustos 1926’da orgeneral, ardından 22 Kasım 1933’te de I. Ordu Komutanı olmuştur. 17 Aralık 1943’te Yüksek Askeri Şura üyeliğine atanmıştır.

Yani 2. Dünya Savaşı yaklaştığında efsane komutan halen Türk ordusunun en önemli komutanlarından birisi olarak faal bir konumdadır ve 2.Dünya Savaşı”nın bitmesine 2 sene kalana kadar da bu güçlü pozisyonunu koruyacaktır…

İşte pek çoğumuzun caddelere verilen adına dikkat bile etmediğimiz, pek çok İzmirli’nin heykeli önünden geçerken çoğu kez dikkat bile etmediği Fahrettin Altay Paşa böyle büyük bir efsane olarak Türk Silahlı Kuvvetleri ve bahsettiğimiz “ALTIN JENERASYON” içerisinde adını tarihe altın harfler ile yazdırmıştır.

Şimdi sizlerle işte o “ALTIN JENERASYONUN” bir başka önemli ismine ve onun hikayesi üzerinden Milli Mücadele ve öncesindeki yılların atmosferine gideceğiz ve o isim Abdurrahman Nafiz Gürman olacak…

Abdurrahman Nafiz Gürman 1882’de Bodrum’da Dünyaya gelecek ve 1903 yılında Devresinin 5.‘si olarak Mekteb-i Harbiye’den mezun olarak “ALTIN JENERASYONA” dahil olacaktır

1915 yılında Çanakkale Cephesi’nde görevlendirilen Abdurrahman Nafiz Bey, Anafartalar Grubu’nda Saros Grubu 26. Tümen Kurmay Başkanı olarak görev yapmış, Saros Körfezi’nde Kocaçeşme ile Baklaburnu arasında kalan bölgenin güvenliğinin sağlanması için çaba göstermiştir.

Abdurrahman Nafiz Bey ve emrindeki askeri birlik, 1916 yılı ocak-ağustos ayları arasında ise Küçük ve Büyük Anafartalar mevkiinde görev yapmıştır. Ve Abdurrahman Nafiz Bey buradaki görevi esnasında  tabii ki Mustafa Kemal ile de yakın ilişki içerisinde olacaktır.

Kurtuluş Savaşı başladığında böylesi değerli bir kumandana cephede ihtiyacı olan Mustafa Kemal Paşa’nın özel çağrısı üzere Bulgaristan ayrılarak 8 Şubat 1921’de Antalya’ya giden Abdurrahman Nafiz Bey, derhal millî birliklerin emrine girecek ve Türk Kurtuluş Savaşı’nda görev alacaktır..

İlk olarak Güney Cephesi’nde, Adana’da, görev alacak olan Abdurrahman Nafiz Bey, 4 Mayıs 1921 günü ise Eskişehir çevresinde konuşlanan 1. Piyade Tümeni’ne komutan olarak atanacaktır..

Abdurrahman Nafiz Bey, bu tümenin başında bulunduğu dönemde Kütahya-Eskişehir Savaşları ile Sakarya Meydan Muharebesi’nde yer alacak ve Sakarya Savaşı’nda elde edilen başarının ardından 12 Eylül 1921’de “miralaylık (kurmay albay)” rütbesine terfi ettirilecektir.

Abdurrahman Nafiz Bey’in komutasındaki 1. Piyade Tümeni Büyük Taarruz’da da görev alan ve son derece kritik bir rol üstlenecek bir tümendir…

Mudanya bölgesine yönelen ve yaklaşık 7.000 askerden oluşan Yunan 11. Tümeni, Abdurrahman Nafiz Bey’in komutasındaki askerler tarafından mağlup edilerek esir alınacak ve Yunan Ordusuna en önemli darbelerden birisi Abdurrahman Nafiz Bey tarafından vurulacaktır…

Abdurrahman Nafiz Bey, 18 Ekim 1922’de Trakya Komutanlığı Kurmay Başkanlığına getirilecek ancak Millî Mücadele’nin zaferle neticelenmek üzere olduğu günlerde İstanbul’da görev yapması uygun görülerek İstanbul’da görev yapacaktır….

Mustafa Kemal’in en güvendiği komutanlardan birisi olan Abdurrahman Nafiz Bey için Kurtuluş Savaşı daha bitmeden cephe yerine İstanbul’da yapacağı görev çok önemlidir…

Kurtuluş Savaşı sona ermiş ama Türk Ordusu’nu ve milletini cephede mağlup edemeyen emperyalist güçler masada yenmek için Lozan Konferansı’nda büyük gayret gösterecekler,hatta uzun zamandır aralarında anlaşmazlıklar bulunan İngiltere-Fransa ve İtalya tüm anlaşmazlıklarını bir tarafa bırakarak Lozan’da ortak biçimde sanki davaş kaybeden taraf onlar değilmişçesine Türk heyetinin üzerine giderek masada koparabildikleri kadar taviz kopartma stratejisini uygulayacaklar ancak Türk heyetinin başındaki İsmet Paşa ise bir adım dahi geri atmayarak başta İngilizler olmak üzere müttefik devlet delegasyonunu adeta çıldırtacaktır.

Lozan Konferansı’nın tertiplendiği bu süreçte,İstanbul’da yeniden Türk hakimiyetinin mührü ve tescili olacak ayrıca İstanbul’un olası bir yeni tehdide karşı savunmasını üstlenecek olan, kolordu yetkisinde ve doğrudan Müdafaa-i Milliye Vekâletine bağlı bir “merkez komutanlık” kurulmasına karar verilecek ve bu göreve de Abdurrahman Nafiz Bey atanacaktır. Kendisi bu görevi yaklaşık bir yıl yürütecektir…

Kurtuluş Savaşı sonrasında kurucu kadrosunun %90’ı üst düzey kurmay asker olan Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin bu yönetici kadrosu 2.Dünya Savaşı’nın yaklaştığını daha 1930’lara gelinirken görecek ve gerek orduyu bu şartlara göre hızla modernize edip yeniden yapılandırma, gerekse devletin sivil ve askeri bürokrasisine ve kilit görevlerine olağanüstü savaş şartlarına en uygun kadroları atayarak devleti de bu savaş şartlarına göre yeniden inşa etme çabasına girecekleridr.

İşte bu çerçevede Abdurrrahman Nafiz Gürman da 10 Ocak 1940’ta II. Ordu Müfettişliği vekâletine atanmıştır. 30 Ağustos 1940 günü ise “ehliyet ve liyakatine binaen” orgeneralliğe terfi edilmiştir.

Gürman, aynı gün alınan bir başka kararla vekâleten yürüttüğü II. Ordu Müfettişliği görevine asaleten atanmıştır. II. Dünya Savaşı yıllarında Gürman, II. Ordu bünyesinde hizmet verecektir. 1941 yılı şubat ayında Türkiye’ye resmî bir ziyaret gerçekleştiren İngiltere Dışişleri Bakanı Anthony Eden, Genelkurmay Başkanı Sir John Dill ve beraberindekileri, Adana’da karşılayan heyette Abdurrahman Nafiz de görev almıştır. Beş yıldan uzun süre II. Ordu Müfettişi olarak görev yapan Gürman Paşa, 30 Ağustos 1945 günü Yüksek Askerî Şûrâ üyeliğine atanmıştır.

Gürman’ın bir sonraki görevi ise Genelkurmay Başkanlığı olacaktır.

Yani Milli Mücadele’nin “ALTIN JENERASYONUNUN” bir üyesi daha Milli Mücadele’nin en öndeki “Kadrosu” ile Kurtuluş Savaşı öncesine dayanan ilişkiler kurmuş, 2.Dünya Savaşı öncesinde ise büyük bir tecrübe ile üst düzey komuta kademesinde yerini almış ve en nihayetinde ise Genelkurmay Başkanlığı görevine yükselmiştir…

Milli Mücadele’den bahsederken anmadan geçilemeyecek isimlerden birisi de hiç kuşku yok ki “ALTIN JENERASYONUN” en önemli isimlerinden birisi olan Salih Omurtak’tır…

Salih Omurtak 1889 yılında Selanik’de Dünya’ya gelecektir.1907’de Mektebi Harbiye Piyade Sınıfı’ndan Dönem 1.’si, 1910’da ise Erkan-ı Harp Mektebi’ni (Şimdiki adı ile Askeri Akademi) yine 1. Olarak Bitirerek adını “ALTIN JENERASYONA” yazdırmıştır…

Salih Omurtak 1911’de Yemen’e “Karargah Subayı”olarak gidecek burada ise yolları İsmet İnönü ile kesişecektir zira İnönü o yıllarda Yemen’de karargah kurmay başkanıdır.

1914 yılında Genelkurmay karargâhında 3. Şube Müdürlüğü, I.Kolordu ‘da kurmay subaylık, 1915’de II. Ordu kurmay subaylığı yapacak olan Salih Omurtak,  1916’da binbaşılığa yükselecek ve 1917’de IV. Kolordu kurmay subaylığı görevine atanacaktır.

1.Dünya Savaşı devam ederken Türk ordusu içerisindeki “Genç,parlak ve seçkin” elit subayların yabancı ülke ordularını tanıması için dönem dönem yurtdışına gönderildikleri bir süreç bulunmaktadır.

İşte Salih Omurtak da o “Seçkin ve elit” kurmay subay kadrosu içerisinde bulunduğu için10 Ekim 1917’de Avrupa harp cephelerini görmek üzere Almanya’ya gönderilecek,27 Aralık 1917’de askeri delege olarak Brestlitovsk Barış Konferansı’na katılacak ve böylece genç yaşında uluslar arası bir diplomasi deneyimi de kazanmış olacaktır..

Artık 1.Dünya Savaşı’nın kaybedildiği çok bellidir ancak buna rağmen devlet çarkı işlemeye devam etmekte daha sonra Milli Mücadele’de son derece önemli roller oynayacak isimler de son derece kritik bazı noktalara atanmaktadır…

İşte 28 Şubat 1918’de V. Ordu Harekât Şube Müdürü yapılacak olan Salih Omurtak’ın ataması da buna bir örnektir…

Omurtak 8 Haziran 1918’de ise Şark Ordular Grubu Harekat Şube Müdürü görevine atanacak,12 Ağustos 1918’de ise III. Ordu Kurmay Başkan Yardımcısı; 23 Ekim 1918’de Genel Karargâh 1.Şube’de Müdür Yardım­cısı ve 11 Ocak 1919’da Harbiye Nezareti Başyaverliği görevlerine getirilecektir..

“Ağ” çalışmaya devam etmekte, çürümüş Osmanlı devlet çarkı içerisine girerek o çarkı düzeltebilme yoksa o çürümüş çarkı kullanarak gerekli stratejik atamaları yapabilmek için “Devlet mekanizması içerisine” konumlanma adımları atmaktadır.

Şimdi sizlerle 1920 yılına uzanıyoruz…

Harbiye Nazırı Mersinli Cemal Paşa 1 Ocak 1920 yılında yaveri Binbaşı Salih Bey’i Ankara’ya Mustafa Kemal ile bazı konuları görüşmek üzere gönderdi. Bu görevde iken Anadolu’da bulunan Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul ile ilgili olan gizli haberleşmelerini sağlayacak isim yine Salih Omurtrak olacaktır…

Ancak Osmanlı devlet aygıtının artık tamamen çürüdüğünü ve başta padişah ve Sadrazam olmak üzere, Osmanlı oligarşik bürokrasi sınıfı ile az sayıdaki aristokrat elit zümrenin kendi gelecekleri için devleti tamamen İngilizlere teslim ettiğini gören “Öncü kadro” “Ağı” Milli Mücadele için artık Anadolu’da konumlandırma kararını yaklaşık 1 sene öncesinden almış,planlar artık buna göre şekillenmeye başlamıştır bile…

İşte tam da bu çerçevede Salih Omurtak da Ankara’dan İstanbul’a geri dönmeyip Milli Ordu’ya ve Anadolu’da yakılan bağımsızlık ateşinin öncü kadroları arasına katılmıştır.

Omurtak ilk başlarda Heyet-i Temsiliyye’nin askeri işlerinde yer alacak daha sonra ise 30 Aralık 1920’de Genelkurmay Harekât Şubesi müdür vekili olarak görevlendirilecekti…

Salih Omurtak henüz Binbaşı rütbesinde genç bir kurmay subay olarak  2 Eylül 1921’de Genelkurmay II. Başkanı olacaktı…

Salih Omurtak Bey, Milli Mücadelenin sonuna kadar da 61.Tümen Komutanlığı yapacak, 1922’de ise Albay rütbesine yükseltilecektir.

Salih Omurtak Kurtuluş Savaşı’nda Genelkurmay Harekât Şube Müdürlüğü görevini yürüterek Gazi Mustafa Kemal Atatürk‘ün karargahında bulunacak ve tüm önemli harekatların strateji ve planlamasında bizzat rol alacak,Mustafa Kemal ve Milli Mücadele’nin “A TAKIMI” beyin kadrosu içerisinde yer alan isimlerden biri olacaktır.

Ancak Salih Omurtak özellikle  Başkumandanlık Meydan Savaşı’nda sadece çok iyi bir kurmay subayı olarak mükemmel bir karargah subayı olmanın dışında cephede de ne kadar iyi bir komutan olduğunu ispat edecektir.

Büyük Taarruz esnasında komutanı olduğu 61. Piyade Tümen Komutanlığı ile önce Afyonkarahisar kuzeyindeki Yunan taarruzlarını püskürtmesi ve sonrasında Yunan Sağ kanadına karşı-taarruz yaparak Yunan  ordularını adeta felç etmesi ile  adını kurmay ve karargah subayındaki başarısı kadar Milli Mücadele’nin kanla yoğrulmuş savaş meydanlarına da kazıyacaktır…

Tam bağımsızlığın yeniden kazanıldığı ve genç bir Cumhuriyet’in kurulduğu ama Dünya’nın da daha 1.Dünya Savaşı etkilerinden kurtulmadan bir 2.Dünya Savaşı’nın atmosferine girmeye başladığı yıllarda Salih Omurtak,12 Ekim 1924’te III. ordu kurmay başkanı, 31 Ekim 1924’de 8. Kolordu Komutan vekili, 1926’da Tümgeneral ve 10 Şubat 1927’de 8. kolordu komutanı olacaktır..

1925’te Şeyh Sait ve Genç İsyanı’nda, 1930 yılında Zeylan ve Ağrı harekâtında görev alarak bu isyanların bastırılmasındaki en önemli isim yine Salih Omurtak’tır…

Omurtak 2.Dünya Savaşı’nın ayak seslerinin iyiden iyiye duyulmaya başladığı 1930’lu yıllarda son derece önemli görevlere getirilecektir.

18 Mart 1930’da 9. kolordu komutanı iken 30 Ağustos 1930’da korgeneral olacak, 8 Mayıs 1934’te 3. kolordu komutanı olarak görev yapacaktır.

30 Ağustos 1940’da da orgeneral olan Salih Omurtak bu süreçte Yüksek Askeri Şura üyeliği yapmıştır. 14 Ocak 1944’te Genelkurmay II. başkanlığına getirilecek ,17 Haziran 1946’da I. ordu komutanlığı yapacak ve en nihayetinde 01.08.1946’da Türkiye Cumhuriyet’nin üçüncü genelkurmay başkanı olacaktır.

Yani Milli Mücadele’nin bir “Altın Çocuğu” daha 2. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde ve esnasında bizatihi en üst komuta kademelerinde görevli ve her an göreve hazır şekilde bekliyordu…

Kemalettin Sami GÖKÇEN ismi Osmanlı Ordusu’nda 1900’lü yılların hemen başından itibaren  “Altın Çocuk” olarak anılmaya ve tanınmaya başlayacak ve çok genç yaşlarda ismini “ALTIN JENERASYON” içerisine yazdıracak bir isimdir ve eğer böyle bir yazı yazıyorsak Kemalettin Sami Gökçen ismini yazmadan geçmemiz de mümkün değildir…

Kemalettin Sami Gökçen 1884 yılında Sinop’da Dünya’ya gelecektir.1905’te Mühendishane-i Berri Hümayun’dan  (Topçu Harbiyesi ) devresinin 1.’si olarak mezun olacaktır.

Kemalettin Sami Gökçen 1910 yılında “Kurmay Stajı”nı 76.Alayda Fahrettin Altay’ın yanında yapacak ve sonrasında 1911 yılında Genelkurmay Karargahı’nda görevlendirildikten sonra yine 1911 yılında Yanya Kolordusu’na Kurmay Subay olarak atanacak burada da Ali Fuat Cebesoy’un yanında görev yapacaktır.

1911 sonunda Mekteb-i Harbiye’ye Strateji-Taktik Öğretmen Yardımcısı olan Kemalettin Sami Gökçen’in Yardımcılığını yaptığı isim ise yine bir “ALTIN ÇOCUK”  meşhur Ali İhsan Sabis olacaktır…

Gördüğünüz gibi Kemalettin Sami Gökçen kendisi bir “ALTIN ÇOCUK” olmasının yanı sıra “Ağ” içerisine çok erken yıllar içerisinde dahil olmuş, Milli Mücadele’nin en önemli isimleri olacak İsmet İnönü,Fahrettin Altay,Ali Fuat Cebesoy ve Ali İhsan Sabis gibi isimler ile Kurtuluş Savaşı’ndan yaklaşık 10 sene önce bir araya gelmiştir bile…

Yıkılmaya yüz tutan Osmanlı Devleti için kabuslar bitmiyor Trablusgarp Savaşı ile başlayan süreç,1. Ve 2. Balkan Savaşı ile devam ediyor,1. Dünya Savaşı ile birlikte koca bir devlet artık var olma yok olma mücadelesinde adeta can çekişiyordu…

İşte böylesi bir dönemde 1.Dünya Savaşı esnasında Kemalettin Sami Gökçen bu kez de Çanakkale Cephesinde (Ağustos-Aralık 1915) Kuzey Grubu Harekât Şube Müdürlüğü yapacak ve burada da yolu bu kez Mustafa Kemal ile kesişecektir…

Kemalettin Sami Gökçen’in Çanakkale görevi 2 yıl sürecek,sonrasında ise 4. Orduya bağlı 15. Kolordu bölgesinde Hicaz Kuvve-i Seferiyyesi Komutanlığı Kurmay Başkanı olarak 18 Ağustos 1917-28 Ocak 1918 tarihleri arasında bu görevi yürütecektir.

Kemalettin Sami Gökçen bu görevi sırasında 20 Ekim 1917′de Yarbaylığa yükseldi. 1918’de 9. Orduya bağlı 1. Kafkas Kolordusunun 10. Kafkas Tümeninin komutanı olarak Kafkas cephesinde savaştı. Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918) günlerinde ise İstanbul’a çağrıldı.

Bir süre doğrudan 3. Orduya bağlanan 10. Kafkas tümeni (2 Nisan 1919) de İstanbul’a nakledilecek  ve onun emrine verilecek olan Gökçen 27 Ekim 1919tarihinde İstanbul’da 10. Kafkas Tümeni Komutanı iken Millî Mücadeleye destek vermek amacıyla 13 Kasım 1919’da kurulan gizli Karakol Cemiyeti’nin merkez heyetinin üyesi olarak çalışacak ve son derece tehlikeli şartlarda ve tabii ki kaçak yollardan Anadolu’ya gönderilen silah ve mühimmatın organizasyonunu yapacaktı….

Kemalettin Sami Gökçe,İtilaf  Devletleri tarafından 16 Mart 1920’de İstanbul’un resmen işgali üzerine ise Anadolu’ya geçecek ve artık fiilen Kurtuluş Savaşı’na katılacaktı…

22 Kasım 1920’de Ankara’ya gelen Kemalettin Sami Gökçen 10 Aralık 1920’de 1. Tümen Komutanlığına ve Ankara Komutanlığına getirildi. 31 Mart 1921’de albay rütbesiyle II. İnönü Savaşı’na ve Sakarya Savaşı’na katılacak ve büyük yararlık gösterecekti.

Sakarya Savaşı sırasında yeniden düzenlenen Türk ordusunda yeni yapılanmadaki en önemli unsurlardan birisi olan “Grup Komutanlıklarından” birisinin başına da Kemalettin Sami Gökçen atanacaktı. Gökçen,4 Mayıs 1921’de  2 Tümenden müteşekkil 4. Grup Komutanı olarak görev yapacak sonrasında ise 13 Eylül 1921’de 4. Kolordu Komutanlığına getirilecekti.

Sakarya Savaşı,Kemalettin Sami Gökçen’in askeri çapını da ortaya koyan bir savaş olmuş, bu savaştaki stratejik kararları ve savaş anında verdiği kritik taktikler ile Yunan nOrdusunun ileleyişini durdurarak,Mehmetçik’in hem cephede ayakta kalmasını,hemk de moral motivasyon olarak daha da güçlenmesini sağlayan baş aktörlerden biri olacaktır…

Kemalettin Sami Gökçen Büyük Taarruz’da  Mustafa Kemal’e en yakın isimlerden birisi olarak görev yapacak ve İzzettin Çalışlar ile birlikte Türk ordusunun ana saldırı noktası olan Afyon’un güneyinden kuzeyine çıkış hattına saldırıda bulunma görevini alacak 2 kolordudan birisi olan 4.Kolordunun  komutanı olarak önce bu görevini başarı ile yerine getirecek, sonrasında ise Yunan Ordusu’nun İzmir’e süpürülmesi için devam ettirdiği harekat ile Yunan kuvvetlerini perişan eden isimlerden birisi olarak tarihe geçecektir.

Büyük Taarruz’daki başarıları nedeniyle kendisi 31 Ağustos 1922′de tuğgeneralliğe yükseltilmiştir.

Tuğgeneral rütbesiyle 3 Eylül 1922’de başladığı 4. Kolordu Komutanlığını 20 Ağustos 1924 tarihine kadar yürütecek olan Kemalettin Sami Gökçen aynı yıl askerlikle ilişkisini kesmeksizin 12 Ağustos 1924 tarihinde Berlin Büyükelçiliğine -Alman Hükümeti nezdinde Büyükelçi unvanı ve Fevkalade Murahhas ve Orta Elçi vazifeleri ile-atanacaktır.. 7 Ekim 1924’de güven mektubunu Berlin’de sunarak başladığı bu görevi sırasında korgeneralliğe yükseltildi (30 Ağustos 1926).

Alman Junker firması ile ilk milli uçağın yapımı için yürütülen görüşmeleri yürüttü.

24 Eylül 1928’de askerlikten emekliye ayrıldı.

Berlin’de Türkiye büyükelçisi olarak görev yaparken 1930’da Türkiye Olimpiyat Komitesine üye oldu ve aynı yıl komitenin başkanlığına seçildi (5. başkan).

Gökçen 1933 yılında geçirdiği trafik kazası sonrası uzun süren tedavi sürecinde Olimpiyat Komitesi başkanlığından ayrılacaktır. Berlin’deki büyükelçilik görevi sırasında 15 Nisan 1934’te geçireceği  bir mide ameliyatı ise Balkan Savaşları’ndan Büyük Taarruz’a kadar ömrü cephelerde geçen,girdiği savaşlarda kimi kaynaklara göre 18,kimi kaynaklara göre 23 kez yaralanmasına rağmen hayatta kalmayı başaran bu kahramanımızın amaleiyat masasından kalkamayarak vefat etmesi açısından ise adeta tarihin garip bir cilvesi olarak kayıtlara geçecektir…

Alman makamları çok gösterişli bir cenaze töreni ile Gökçen Paşa’nın naşını Türkiye’ye gönderdiler.

Kemalettin Sami Gökçen,Nazi Almanyası iktidarında hem “Mesafeyi koruyan” hem “Kararlı duruş sergileyen” hem ikili ilişkileri düzeyli biçimde geliştiren isim olarak, Almanya’nın ısrarla Türkiye’yi kendi tarafına çekme çalışmalarında da taviz vermeyen isim olmuştu…

Askerlik kadar bu diplomatik başarısının ne kadar önem taşıyacağı ise 2.Dünya Savaşı esnası ve sonunda çok daha iyi anlaşılacaktı…

***

Şimdi ise İzzettin ÇALIŞLAR’ın ruhunu şad edeceğiz sizlerle birlikte…

İzzettin Çalışlar 1882yılında Yanya’da Dünya’ya gelecektir…

1903 yılı Mühendishane-i Berri Hümayun (Topçu Harbiyesi) Dönem 2.’si,(Ki döneminin 1.‘si İsmet İnönü’dür),1906 yılı Kurmay Mektebi dönem 2.‘si (Dönem 1.‘si yine İsmet İnönü’dür) olarak öğrencilik hayatını adını “ALTIN JENERASYONA” yazdırarak tamamlar…

Öğrencilik yıllarında ise Abdurrahman Nafiz Gürman-kim kendisi Milli Mücadele en önemli tümen komutanlarındandır- ve Kemalettin Sami Gökçen ile birlikte okuyan Çalışlar daha öğrencilik yılları içerisişnde “Ağın” içerisine tıpkı Gürman ve Gökçen gibi dahil olmuştur bile…

(Hatırlayınız; Kemalettin Sami Gökçe’nin yolu ta öğrencilik yıllarının hemen sonrasından başlayarak İsmet İnönü,Fahrettin Altay,Ali Fuat Cebesoy ve Ali İhsan Sabis gibi isimler ile kesişecek,Kemalettin Sami Gökçen ve bir başka Milli Mücadele kahramanı Abdurrahman Nafiz Gürman ortak arkadaş olacak,İzzettin Çalışlar ise her iki ismin de ortak arkadaşı olacak,Büyük Taarruz’da ise Kemaletin Sami Gökçen’in 4. Kolordusu ile Yunan ordusunu perişan edeceğimiz ana saldırı hattını tarumar eden 2 Kolordudan diğerine komuta edecektir.İşte bu “Ağ” böyle bir “Ağdır” )

İzzettin Çalışlar,1910’da Selanik’teki 3. Ordu’da görevlendirilecek ve Mustafa Kemal ile yolları kesişecektir.

Çalışlar, Binbaşı ve Yarbay rütbesi ile 22 Mart 1915-5 Temmuz 1917 arası 19.Tümen Kurmay Başkanı olarak Mustafa Kemal’in Kurmay Başkanı’dır.Göreve Anafartalar Grubu Kurmay Başkanı olarak yine Mustafa Kemal ile devam edecektir.

Çanakkale Savaşı’nın hemen her bir dakikasında Mustafa Kemal’in en yakınındaki isim yine İzzettin Çalışlar’dır…

Çalışlar,21 Şubat 1916’da bu kez Kafkas Cephesi’nde Mustafa Kemal kumandasındaki 16.Kolordu Kurmay Başkanlığı görevine atandı ve Mustfa Kemal ile yine bir araya geldi…

İzzettin Çalışlar,1 Temmuz 1920’de Anadolu’ya geçerek Milli Mücadeleye katılmasının hemen ardından 23.Tümen Komutanlığı görevine getirilecekti..

Çerkes Ethem isyanının bastırılmasında en önemli rolü oynadı.Atatürk bu durumu Nutuk’ta : “ İzzetin Paşa,11 Ocak 1921 öğlesinden 13 Ocak gece yarısına kadar devam eden şidddetli ve kritik çarpışmalar sırasında…” diye anlatır. İsmet İnönü de “Ethem’in karşısında en kuvvetli kumandanımı,İzzettin Bey’i bıraktım…” der.

61.Tümen Komıtanlığı’na atanması ile 1. Ve 2. İnönü Savaşlarında son derece önemli katkılar yapar.

4 Mayıs 1921’de Batı Cephesi 1.Grup Komutanı olarak atanır. Bu görevle Kütahya-Eskişehir Savaşları,Sakarya Meydan Muharebesi’nde büyük yararlılık gösterecektir…

Bundan dolayı 15 Eylül 1921’de 1.Kolordu Komutanlığı’na atanır ve Büyük Taaruz ve Başkomutanlık Meydan Savaşı’nda az önce bahsettiğimiz üzere Kemalettin Sami Gökçen’in 4. Kolordusu ile birlikte kendi emrindeki 1.Kolordu ile çok kritik görevler üstlenecek ve Yunan ordusunun kabusu haline gelecek 2 komutandan birisi olacaktır.İzzettin Çalışlar belki pek çok Uşaklı bilmez ama 1 Eylül’de Uşak’ı geri alacak olan komutandır…

Ve neticede de İzmir’e giren Türk ordusunun en önünde İzzettin Çalışlar komutasındaki 1. Kolordu olacaktır.

Hemen İzmir’e giriş sonrasında İzmir Askeri Valisi olarak atandı.

Cumhuriyet’in ilanı sonrasında 2.Dünya Savaşı’na doğru gidilen süreçte İzzettin Paşa,25 Haziran 1925’te 3. Ordu Müfettişliği’ne atanacak, 30 Ağustos 1926’da korgeneral, 30 Ağustos 1930’da orgeneral olacaktır.

22 Kasım 1933’te ise altı yıl boyunca görev yapacağı 2. Ordu Komutanlığı’na atanacaktır. İzzettin Paşa aynı zamanda,1933 yılında Sovyetler Birliği’yle ilişkileri düzenleme amacıyla kurulan heyette görev yapacaktır.

İzzettin Paşa,bütün bu yıllar gerek yaptığı hizmetler gerekse de Cumhuriyet’in kurulma sürecinde devrimlerin en büyük destekçisi olarak, Atatürk’e çok yakın isimler arasında yer aldı.

Atatürk ile son derece yakın olan ilişkilerinin en çarpıcı örneği ise bir örneği büyük kızı Bedriye Hanım’ın Dr. Cevat Alpsoy’la evlilik töreninin 14 Eylül 1933 tarihinde Dolmabahçe Sarayı’nda bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından organize edilmesi olacaktır.

İzzettin Çalışlar Paşa,Atatürk’ün hayatının son döneminde en çok uğraştığı meselelerden biri olan Hatay sorunu için yaptığı Adana-Mersin ziyaretinde yine 2. Kolordu Komutanı olarak Atatürk’ün yanındaydı.

20 Aralık 1939’da kendi isteği ile askerlik mesleğinden emekliye ayrıldığında henüz 57 yaşındaydı ve “Acil bir büyük savaş durumunda” rahatlıkla yeniden çizmelerini ve üniformasını giyerek ordularının başına geçecek son derece büyük bir askeri tecrübe ve donanıma sahipti…

***

Yazımızın konusuna aşina olanların “Arkadaş Asım Gündüz’ü yazmayacak mısın yoksa?” dediğini duyar gibiyiz…Ama biliyoruz ki Asım Gündüz olmadan “ALTIN JENERASYON” yazılamaz…

Asım Gündüz 1880 yılında Kütahya’da Dünya’ya gelecektir…1898 yılında Mekteb-i Harbiye’de eğitimine başlayacak olan Asım Gündüz bu okuldan 2 Ocak 1901 tarihinde devre ikincisi olarak Mülazım-ı Sânî (Teğmen) rütbesiyle mezun olacak ve “ALTIN JENERASYON” içerisine adını yazdıracaktır…

1902 yılında Erkân-ı Harbiye Mektebi’ne girecek olan Asım Gündüz, burada Mustafa Kemal Atatürk, Ali Fuat Cebesoy ve Ali İhsan Sabis gibi önemli komutanlarla sınıf arkadaşlığı yapmış ve “Ağa” daha erken yaşlarda dahil olmuştur…

Asım Gündüz,11 Ocak 1905 tarihinde ise bu kadar parlak isim içerisinden sınıf ikincisi olarak Erkân-ı Harb Yüzbaşı (Kurmay Yüzbaşı) rütbesiyle mezun olacaktır.

1.Dünya Savaşı yılları Osmanlı Devleti gibi Asım Gündüz için de kan ve ateşle sarmalanmış acı hatıralar ile doludur…

Osmanlı özellikle Ortadoğu coğrafyasında bazı muhareneler kazacak olsa da genel durum itibariyle bir türlü buradaki Arap kabileleri ve İngiliz kuvvetlerine karşı başarılı olamamakta ve üst üste mağlubiyetler almakta, Ortadoğu cephesinden sürekli şehit ve kayıp haberlri gelmektedir…

İşte yine böyle bir muharebede,Nablus Meydan Muharebesi olarak anılan çatışmada Osmanlı orduları ağır bir yenilgiye uğrayacaktır. Bu yenilgi üzerine Osmanlı birlikleri Suriye içlerine doğru geri çekilmek zorunda kalacak, geri çekilme sırasında tamamen dağılmış olan birlikler, İngiliz kuvvetlerine karşı çok sayıda esir verecektir.

  1. Tümen Komutanı Asım Bey de birlikleriyle birlikte Şam bölgesine çekildiği sırada İngilizlere esir düşmüştür. 1 Ekim 1918’den 22 Temmuz 1919 tarihine kadar esaret altında kalan Asım Bey, daha sonra İstanbul’a dönecektir.

İstanbul’a dönüşünün ardından, 1 Ocak 1920 tarihinde Erkân-ı Harbiye Mektebi’nde yeniden Tabiye Muallimi olarak göreve başlayan Asım Bey; bu vazifesine ek olarak şehzadelerin eğitimiyle de ilgilenecektir.

Bu dönemde, son halife Abdülmecit Efendi’nin oğlu Şehzade Ömer Faruk Efendi’ye de ders veren Asım Bey,4 Temmuz 1920 tarihinde ise Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Riyaseti İkinci Şube (Harekât ve İstihbarat) Müdürlüğüne atanacaktır.

Ancak Asım Bey artık İstanbul’da kalmanın hiçbir faydası olmadığı ve bir an önce Anadolu’daki Milli Mücadele’yeb katılarak Anadolu’da örgütlenen Kurtuluş Savaşı’na destek vermesinin tek çıkar yol olduğuna çoktan karar vermiştir.

Bu kısım önemlidir zira 27 Nisan 1921’de yanında son halife Abdülmecit Efendi’nin oğlu Şehzade Ömer Faruk Efendi ile birlikte Anadolu’ya geçerek Ankara’ya gelmek istese de uygun görülmemiş,daha sonra tek başına Ankara’ya geçmek için araya Fevzi Çakmak’ı da koysa ilk etapta bu Şehzade Ömer Faruk Efendi bağlantısı sebebi ile Ankara’ya geçişi uygun görülmemiştir.

Yani Mustafa Kemal, Ali Fuat Cebesoy ve Ali İhsan Sabis ile yıllar öncesine dayanan arkadaşlığı olsa da, “Ağa” yıllar önce girmiş olsa da bazı önlemli isimlerin kafasındaki soru işaretleri giderilmeden Anadolu’ya geçişine müsaade çıkmamıştır. Bu da kurulan yapılanmanın ismi,cismi,geçmişi ne olursa olsun bu hayati var oluş-yok oluş mücadelesinde “Güvenlik filtresinden” geçmeden kadroya dahil edilmediğini,o zor şartlarda dahi kişisel güvenlik soruşturması bazında dahi ciddi bir istihbarat toplama kabiliyeti olduğunu göstermesi açısından çarpıcıdır.

“Ağ” kendi koruma kalkanını da oluşturmuştur…

***

En nihayetinde 1921 yılı Ağustos ayı başında Milli Mücadele için Ankara’ya davet edilen Asım Bey de derhal Ankara’ya geçecek ve Nilli Mücadele’nin ana kadrosuna dahil olacaktır.  Tam da bu esnada Türk ordusu Yunan ordusu karşısında Kütahya-Eskişehir’de ağır yenilgilere uğramıştır ve deneyimli komutan ihtiyacı açıkça hissedilmektedir. Refet Bele tarafından Mustafa Kemal ile görüştürülen Asım Gündüz derhal Batı Cephesi Komutalığı Kurmay Başkanlığı görevine atanacaktır.

Bu göreve atanmasının ardından Milli Mücadele’deki “Kurmay Kadrosu” Millî Mücadele’yi zafere ulaştırmak amacıyla kapsamlı bir taarruz hazırlığına girişmiştir. Bu süreçte Asım Bey, harekâtın planlanmasında önemli sorumluluklar üstlenecek ve gizli  “Sad Taarruz Planı”nı hazırlayan kurmay heyeti içerisinde yer alacaktır.

Yaşanan gelişmeler ışığında, hazırlanan  son derece kapsamlı “Sad Taarruz Planı” uygulanmasa da Büyük Taarruz için önemli bir referans ve yol gösterici çalışma olarak Milli Mücadele tarihine geçecektir.

Asım Gündüz, Büyük Taarruz esnasında “Taarruz Harekatı” esnasında başlattığı “Takip Harekatını” Merkez Karargah talimatı doğrultusunda İngiliz kontrolündeki Boğazlar’a yöneltecek ve sürecin sonunda İtilaf  Devletleri mütareke görüşmeleri başlamasını talep ederken, Asım Bey de İsmet Bey (İnönü) Başkanlığındaki Mudanya Mütarekesi görüşmelerinde kurmay düzeyde katkı sunacaktır.

Daha sonra bu diplomatik yönünü 1936 Mountraux Boğaz Anlaşması delegasyonunda “Askeri Üye” ve 12 Haziran 1938 tarihinde ise Hatay meselesi kapsamında Fransızlarla yürütülen müzakerelerde kurul başkanlığı görevini üstlenerek tekrar gösterecektir.

Asım Gündüz, Kurtuluş Savaşı sonrasında Türk ordusunun reorganizasyonu ve yaklaşan 2. Dünya Savaşı karşısında konumlanmasını Fevzi Çakmak ile nbirlikte planlayan en önemli 2 isimden birisi olacaktır.

12 Ocak 1924’te 8. Kolordu, 30 Ekim 1924’te ise 9. Kolordu Komutanlığına getirilmiş; 30 Ağustos 1926 tarihinde Korgeneral rütbesine terfi etmiştir. 9 Kasım 1927’de 5. Kolordu Komutanı olarak görevlendirilmiş, 5 Ocak 1929 tarihinde 2.Kez Genelkurmay İkinci Başkanlığına atanmıştır.

Bu ikinci görev süresinde, Türk ordusunun modernizasyonu ve muhtemel bir savaş durumuna hazırlığı amacıyla önemli çalışmalar yürütmüş; ordu müfettişlikleri tarafından düzenlenen askerî tatbikat ve manevraları yakından izlemiştir. Yaptığı değerlendirmeler doğrultusunda, ordunun güncel durumu hakkında düzenli olarak devlet erkânına ayrıntılı raporlar sunmuş, 1 Aralık 1943 tarihinde söz konusu görevinden alınarak Yüksek Askerî Şûra üyeliğine atanmış, 14 Temmuz 1945 tarihinde emekli oluncaya kadar bu görevi sürdürmüştür.

Yani “ALTIN JENERASYONUN” bir üyesi daha 2. Dünya Savaşı’na doğru gidilen günlerde ve savaş boyunca TSK Komuta Kademesi’nin en üst düzeyinde aktif olarak “Göreve hazır” şekilde yerini korumuştur…

***

Efendim şimdi geliyoruz Milli Mücadelenin en önemli isimlerinden birisi olan Şükrü Naili Gökberk’e…

Şükrü Naili Gökberk,1876 Selanik’te doğacaktır. 1899’da Harp Okulu’nu döneminin 13.’sü olarak bitirerek her dönem yalnızca “İlk 40 kişilik elit öğrencinin” girmeye hak kazandığı Harp Akademisi’ne gitmeye yani “ALTIN JENERASYONA” ismini yazdırmaya da hak kazandı…

1902’de Harp Akademisi’ni bitirecek olan Şükrü Naili Gökberk,. 1911 yılında 14. Tümen Kurmay Başkanı olarak Balkan Savaşı’na; 1912’de İstanbul Fatih Tümeni Kurmay Başkanı olarak Edirne Harekatı’na; 7. Nizamiye Fırkası Kurmay Başkanı olarak da Çanakkale Savaşı’na (Seddülbahir, Kerevizdere, Zığındere, Arıburnu muharebelerine) katılacaktı.

Ve “ALTIN JENERASYONUN” bir üyesinin yolu daha Çanakkale’de Mustafa Kemal ile kesişti.Şükrü Naili Gökberk, burada yarbaylığa yükseltilecek ve imtiyaz madalyası alacaktı.

1921 yılının Nisan ayında ulusal kurtuluş hareketine katılmak üzere Anadolu’ya geçen Şükrü Naili Gökberk,15’nci Fırka Komutanı olarak Eskişehir-Sakarya muharebelerinin bütün aşamalarına katıldı.

3 Temmuz 1922’de Mersin Bölge Komutanı iken 3. Kolordu Komutanlığı’na getirilecek olan Şükrü Naili Gökberk 31 Ağustos 1922’de Tümgeneral oldu. Büyük Taarruz sırasında başında bulunduğu 3. Kolordu büyük askeri başarılar gösterecek; Eskişehir ve Bursa’yı işgalden kurtaracaktı.

Kocaeli grubu ile birlikte bir Yunan tümeninin esir alınmasını sağlayan isim yine Şükrü Naili Gökberk olacaktı.

Zaferle taçlandırılan Kurtuluş Savaşı’nın ardından gerçekleşen Lozan Antlaşması’ndan sonra İtilaf devletlerinin askerleri İstanbul’u boşaltınca “Demir Fırka” olarak nitelendirilen Türk Ordusu 6 Ekim 1923’de İstanbul’a girerken bu “Demir Fırka” nın başındaki isim de yine Şükrü Naili Paşa olacaktı.

Cumhuriyet’in ilanını İstanbul’a duyuran komutan da yine Şükrü Naili Gökberk’ti. Atatürk, Nutuk’ta:  “ … Cumhuriyet’in ilan edildiği gece İstanbul Komutanı Şükrü Naili Paşa, İstanbul halkının temsilcileri tarafından verilen bir ziyafete davetliydi. Paşa, ziyafet sırasında Ankara’dan gelen resmi bir bildiri aldı ve onu uygulamaya koymadan önce İstanbul halkının sayın temsilcilerine okudu. Bildiri şuydu: Türkiye Büyük Millet Meclisi Cumhuriyet ilanına karar verdi. Bunu yüz bir pare top atışıyla ilan ediniz” diyerek Cumhuriyet’in ilanının İstanbul’a nasıl bildirildiğini anlatmıştı.

Şükrü Naili Paşa 2.Dünya Savaşı’na adım adım yaklaşılan süreçte;Atatürk’ün özel isteği ile milletvekilliğini bırakıp askerliğe döndü, 1934’te 3. Kolordu Komutanıyken emekliye ayrıldı. (Henüz 58 yaşındaydı)

“ALTIN JENERASYONUN” en önemli isimlerinden birisi olan Şükrü Naili Paşa belki 58 yaşında emekliye ayrılmıştı ama halen acil bir durumda ordularının başında çiznelerini ve üniformasını giymesi için görev verildiğinde bunu çok rahatlıkla yapabilecek bir büyük tecrübe olarak adeta TSK’nın “Gizli silahlarından” birisi konumundaydı…

***

Bugün Çanakkale Zaferi diye bir büyük zafer kutlayabiliyorsak bunda en büyük payı olan 3 isimden birisi –Esat Paşa ve Mustafa Kemal ile birlikte-Cavit Çobanlı’dır…

Cavit Çobanlı 14 Eylül 1870 yılında İstanbul-Mekteb-i Harbiye Döneminin 4.’sü olarak mezun olarak adını “ALTIN JENERASYONA” eklemiştir…

Müşir Şakir Paşa’nın oğlu olan Cavit Çobanlı aslen Malatya’nın Arapgir ilçesindendir. Mensup olduğu Çobanoğluzade ailesi Arapgir’in önemli Türk ailelerinden birisidir ve bu aile çok sayıda asker ve önemli devlet memuru çıkartmıştır.

Akkoyunlu Hanedanı’nın Gökbeyi kolundan gelen ve kendisi gibi Arapgirli olan Sadrazam Yusuf Kamil Paşa ile de akrabadır.

İstanbul-Mekteb-i Harbiye’sini dönem 4.’sü olarak tamamlayan Cevat Çobanlı 1892 yılında girdiği Harp Akademisi’ni ise 1894 yılında birinci olarak bitirecek ve Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle mezun olacaktır.

Çobanlı 1894-1900 yılları arasında “Padişah Yaveri” sıfatıyla Maiyet-i Şer’iye Erkan-ı Harbiyesi’nde görev alacaktır…

Cevat Çobanlı Ocak 1911 ve 1912’de 1. Ordu Kurmay Başkanı oldu.

Londra’dan dönünce Balkan Savaşları’nda Eylül 1912-1913 tarihleri arasında Şark Ordusu Kurmay Başkanı, Çatalca Ordusu Topçu Komutanlığı Kurmay Başkanı olarak görev yapacak olan Çobanlı savaş sonrasında ise Şubat 1913-1914 tarihleri arasında 9. Tümen Komutanı ve iki defa Osmanlı-Bulgar Sınır Komisyonu Başkanlığı görevinde bulunacaktı.

Çobanlı 10 Ağustos 1914 tarihinde Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığına atanacak, 29 Kasım 1914 tarihinde tekrar Mirliva rütbesine terfi ederek ve Paşa olacaktı. Komutanlık boğazın ve kıyıların savunmasından sorumluydu.

Cavit Çobanlı adeta cehennemin yaşandığı 18 Mart 1915 tarihindeki Çanakkale Deniz Savaşları’ndaki üstün başarıları dolayısıyla “18 Mart Kahramanı” unvanını aldı.

Çobanlı 9 Ekim 1915 tarihinde 14. Kolordu Komutanı, 1916 yılında 15. Kolordu Komutanı olacak ve Galiçya Cephesi’nde de görev yapacaktı…

Bu büyük kahraman,19 Ağustos 1917 tarihinde tekrar 14. Kolordu Komutanı, 8 Kasım 1917 tarihinde 8. Kolordu Komutanı, 24 Kasım 1917 tarihinde de 2. Ordu Komutan Vekili olarak atanacaktı.

2 Aralık 1917 tarihinde Yıldırım Ordular Grubu komutası altındaki 8. Ordu Komutanlığı görevine atanarak Filistin Cephesi’ne gönderilecek olan Cavit Paşa burada Yıldırım Ordular Grubu komutanı Müşir Liman von Sanders Paaşa, Mirliva Mustafa Kemal Paşa ve 4. Ordu komutanı Mirliva Mersinli Cemal Paşa ile görev yapacak ve Mustafa Kemal Paşa ile de yolları Çanakkale cephesi sonrasında 2.kez kesişmiş olacaktı.

Cavit Paşa,3 Kasım 1918 tarihinde Umumî Karargâh Reisi olarak atandı. 19 Aralık 1918 – 13 Ocak 1919 tarihleri arasında ise Harbiye Nazırı olarak görev yaptı. Mondros Mütarekesi imzalandığı sırada Genelkurmay Başkanlığı görevini Fevzi Paşa’nın vekili olarak yürütüyordu.

Zira Fevzi Paşa, İngiliz Ordusu’nun İstanbul’u işgal edeceği belli olunca, onları karşılamamak için 20 gün hastalık izni almıştı.

Daha sonra Yunanların İzmir’e çıkmalarından hemen önce 14 Mayıs 1919 tarihinde Fevzi Paşa görevden alındı. Aynı gün Fevzi Paşa’nın yerine Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi yani Genelkurmay Başkanı olarak atanan isim yine Cavit Paşa oldu. Bu görevini 2 Aralık 1919 tarihine kadar sürdürecekti.

16 Mart 1920 tarihinde İstanbul’u işgal eden İngiliz kuvvetleri tarafından tutuklanacak, Bekirağa Bölüğü’nde bir hafta alıkonulduktan sonra 22 Mart’ta bir savaş gemisiyle Malta’ya nakledilecek ve İngilizlere’e hayatlarının en büyük hezimetlerinden birisini Çanakkale’de yaşatmış olan bu büyük kahraman 2773 no’lu sürgün olarak kaydedilecekti.

23 Ekim 1921 tarihinde TBMM ve İngiltere Hükûmeti arasında imzalanan takas anlaşması ile 15 Ocak 1922 tarihinde Türkiye’ye geri dönen Cavit Paşa derhal Ankara’ya geldi ve Milli Mücadele’ye katıldı.

9 Şubat 1922 tarihinde karargâhı Diyarbakır’da olan El-Cezire Bölgesi Komutanlığı görevine atanacak,21 Ekim 1922 tarihinde ise yeniden oluşturulan 3. Ordu Müfettişi olacaktı.

Cavit Paşa,17 Kasım 1924 tarihinde hem ordudaki görevlerini sürdüren hem de Mecliste bulunan yüksek rütbeli subaylara birini tercih etmeleri istenmesi üzerine 25 Aralık 1924 tarihinde mebusluktan istifa etti ve aynı gün Askeri Şura Üyeliği’ne atandı.

Mısır Sorunu ve Irak Sınırı Sorunu sırasında Milletler Cemiyetine Mümessil olarak gönderildi. 1932 yılında Cenevre Silahları Sınırlandırma Konferansı’na delege olarak gönderildi. 14 Eylül 1935 tarihinde Orgeneral rütbesinde Askeri Şûra Üyesi olarak görev yaparken yaş haddinden emekli oldu.

İstanbul, Kadıköy’deki evine çekildi. 13 Mart 1938 tarihinde 68 yaşında öldü.

Bugün Çanakkale Destanı diye bir tarihi zafer ile övünebiliyorsak bundaki en büyük pay sahiplerinden birisi belki de en büyüğü olan Cevat Çobanlı da Milli Mücadele’ye katılmadan çok çok önce Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı’nın en önemli isimleri ile hem de onların komutanı olarak yolları kesişmiş bir isimdi…

Belki Kurtuluş Savaşı’nda diğer isimler kadar aktif rol almamıştı ama böylesi bir yazıda Cavit Paşa’nın ruhunu şad etmeden bu yazı eksik kalırdı…

***

Diğer önemli Kurtuluş Savaşı kahramanı komutanlarımız kadar ismi bilinmeyen ama Milli Mücadele’de son derece önemli başarılara imza atmış olan isimlerden birisini yazacağız yine ve Yusuf İzzet Met’e uzanacağız bu kez…

Yusuf İzzet Met 1875 yılında Yozgat’ta Dünya’ya gelecekti.

Mekteb-i Harbiye Süvari Sınıfı Döneminin 6.’sı olarak bitirecek ve genç yaşında o da adını “ALTIN JENERASYON” içerisine yazdıracaktı…

Osmanlı çöküyor,koca devlet savaşlar arasında kuru bir yaprak tanesinin rüzgarda savrulduğu gibi savruluyor ve felaket üzerine felaket yaşıyordu…

Yusuf İzzet Met işte bu şartlarda 1910-1913 yılları arasında tümen kurmay başkanlığında bulunacak ve Osmanlı’nın büyük darbeler aldığı Trablusgarp ve Balkan Savaşlarına katılacaktır…

1915 yılında Mirliva rütbesine terfi eden ve Paşa olacak olan Yusuf İzzet Met,I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı’nın en parlak subaylarından ve paşalarından birisi olarak çeşitli kolordulara komuta edecektir.

Özellikle Kafkasya cephesinde 10. Kolordu Komutanı, 1. Kafkas Kolordusu Komutanı ve 14. Kolordu Komutanı olarak üstlendiği görevlerde dikkati çekecek olan Yusuf İzzet Met, Rusya’da 1917 Bolşevik İhtilali’nden sonra, sürgündeki Kafkasyalıların ve 11 Mayıs 1918 tarihinde Osmanlı Devleti desteğiyle kurulan Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti Hükûmeti bünyesinde Kuzey Kafkasya Kolordusu Komutanı ve Askeri Temsilcisi olacak, Mondros Mütarekesi imzalandığında kendisi halen Dağıstan’da bölgeyi Rus hakimiyetinden çıkarma çabalarını sürdürme çalışmalarına devam ediyor oloacaktı..

Yusuf İzzet Met’in Kurtuluş Savaşı için en önemli yanlarından birisi ise Bandırma 14. Kolordu Komutanı iken Yunan işgaline karşı vurulan ilk darbelerden biri olan Bergama Baskınını gerçekleştiren komutan olması olacaktır.

Yusuf İzzet Paşa Anzavur Ayaklanmasının başlamasıyla Anzavur kuvvetleri Bandırma’ya yaklaşırken Bursa’ya geçti. Oradan ise Ankara’ya çağrıldı ve TBMM 1. Dönem’e Bolu mebusu olarak seçildi. Sakarya Meydan Muharebesi’nin hazırlık evresinde İhtiyat Grubu Komutanı, savaş sırasında ise 3. Grup Komutanı olarak görev yaptı.

Sakarya Meydan Muharebesi’nin kazanılmasından sonra tekrar TBMM’ye döndü.

Yusuf İzzet Paşa 25 Ağustos 1921 TBMM tarafından Kırmızı şeritli İstiklâl Madalyası ile taltif edildi. 13 Eylül 1921 – 14 Nisan 1922 tarihleri arasında Bolu Milletvekili sıfatı ile ölümüne kadar TBMM’deki görevine devam etti.

***

Şimdi sizlerle “ALTIN JENERASYONUN” aileden asker bir üyesine uzanacağız;Selahattin Adil Paşa’ya…

19 Ocak 1882’de İstanbul’da Dünya’ya gelecek olan Selahattin Adil Paşa’nın babası Amiral Adil Paşa,dedesi ise üst düzey bir bürokrat olan Deniz Donatım Ambarları Müdürü Halit Bey,annesi Van Defterdarı Abdülkerim Efendi’nin kızı Sadberk Hanım’dı…

 

 

1900 yılında Mühendishane-i Berri Hümayun (Topçu Harbiyesi) Dönem 2.’si olarak “ALTIN JENERASYON” içerisinde yerini alacak olan Selahattin Adil Bey,1906’da Kazım Karabekir’in referansı ile İttihat ve Terakki’ye girecek, İttihat ve Terakki Cemiyeti İstanbul Şubesi’nin önemli isimlerinden biriyken İttihatçı kadroların Ordu ile Siyaseti karıştırmasına karşı gelerek İttihat ve Terakki ile yollarını ayıracaktır.

Selahattin Adil Bey,24 Ekim 1908’de binbaşılığa yükseltilecek ve 2’inci Orduya atanacak, sonrasında ise 31 Mart Olayı’nı bastırmak için kurulan Harekât Ordusu’nda görev alacaktı. Böylece Milli Mücadele’nin efsane Doğu Cephesi Komutanı Kazım Karabekir’den sonra yolu bu kez de çok değil 10 yıl sonra Milli Mücadele’nin başındaki isim olacak olan Mustafa Kemal ile de kesişmiş olacaktı.

“Ağ” genişlemeye devam ediyordu…

***

Selahattin Adil 22 Aralık 1910’dan 26 Ekim 1911’de Trablusgarp Savaşı’nda görevlendirilinceye kadar Bükreş’te askerî ateşe olarak görev yapacaktı. Savaş sırasında Bingazi Sevkiyatı için Kahire’de görevlendirilecek,daha sonra esas görev yeri olan Bükreş’e dönerek Ataşemiliterlik görevine devam edecekti.

Balkan Savaşı sırasında önce Harbiye Nezareti Ordu Dairesi’nde sonra da Vardar Ordusu Kurmay Heyeti’nde görev yapacak olan Selahattin Adil Bey, Balkan Savaşı sonrasında Bükreş’teki görevine dönecek ve 28 Ağustos 1913’te Genelkurmay Karargâh subaylığına atanacaktı.

15 Ağustos 1914’te, Akdeniz Boğazı Müstahkem Mevki Komutan­lığı Kurmay Başkanı olan Selahattin Adil Bey, 18 Mart Çanakkale deniz savaşlarında önemli hizmetler yapacaktı. Selahattin Adil Bey,28 Nisan 1915’te 4’üncü Kolordu 12’inci Tümen Komutanı, 18 Eylül 1915’te 4’üncü Kolordu 13’üncü Tümen Komutanı olarak Çanakkale Cephesinde kara savaşlarına katılacaktı.

Burada yolu bir kez daha başta Mustafa Kemal olmak üzere daha sonra Milli Mücadele’nin önemli kadrolarını oluşturacak isimler ile bu kez adeta cehennemin tam ortasında kesişecek ve ilişkileri de daha da sıkılaşacaktı…

Selahattin Adil Bey, 14 Aralık 1915’te albaylığa terfi edecek ardından komutanı olduğu 13’üncü Tümen ile birlikte Çanakkale’den alınarak Doğu Cephesi’nde görevlendirilecek, 6 Haziran 1916’da Doğu Cephesindeki 11’inci Kolordu Komutanlığı’na atanacaktı.

12 Temmuz 1916’da Çanakkale Bölgesi’ndeki 19. Kolordu’ya, 18 Kasım 1916’da 17. Kolordu’ya Komutan olan Selahattin Adil Bey; 8 Kasım 1917’de Akdeniz Boğazı Müstahkem Mevki Komutanlığına tayin edilecekti…

Mondros Mütarekesi’nden sonra, 30 Aralık 1918’de İzmir’deki 17. Kolordu komutanlığına atanan Selahattin Adil Bey 5 Kasım 1919’da ise İmalat-ı Harbiye Genel Müdürü oldu.

İmalat-ı Harbiye Genel Müdürü olması Anadolu’da örgütlenecek direniş için son derece büyük stratejik önem taşımaktaydı zira Anadolu’ya silah gönderilebilecek en önemli üretim mekanizması halen İmalat-ı Harbiye Genel Müdürlüğü’ydü.

1920 Haziranında Millî Mücadele’ye katılmak için Anadolu’ya geçti. Burada Fransızların yayılmalarına karşı Adana Cephesi Komutanı olarak görevlendirildi. 1921 ile 1922 yılları arasında Batı Cephesinde 2. Kolordu Komutanlığı yaptı.

Bu arada Sakarya Savaşı’na katıldı. 20 Ekim 1921’de, 15 Ekim 1921’den geçerli olmak üzere Mirlivalığa (Tümgeneral) yükseltildi. 17 Mayıs 1922’ de Millî Savunma Bakanlığı Müsteşarlığına tayin edildi. Mudanya Mütarekesinden sonra, İstanbul Komutanlığı görevine getirildi.

Selahattin Adil Paşa 29 Eylül 1923’te kendi isteği ile emekliye ayrıldı. 1950 yılında Demokrat Parti adayı olarak katıldığı IX. Dönem Milletvekili seçimlerini kazanarak Ankara Milletvekili olacak fakat bu görevinden 2 Temmuz 1953’te istifa edecektir. Selahattin Adil Paşa, 27 Şubat 1961’de vefat etmiştir…

37 yıllık askerlik hayatı esnasında, Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nda aktif rol almıştır. Bu çalışmaları nedeni ile Dördüncü Rütbeden Osmanî, Üçüncü Rütbeden Mecidi, İkinci Dereceden Kılınçlı Mecidi, Harp, Gümüş Muharebe Liyakat, Altın Liyakat, Dördüncü Rütbeden Mecidi, Kılınçlı Gümüş Liyakat, Kılınçlı Gümüş İmtiyaz, Alman İkinci Dereceden Gümüş Salip, Avusturya-Macaristan Üçüncü ve İkinci Rütbeden Askerî Meziyet Salip ve İkinci Dereceden Demir Taç ve İstiklal Madalya ve Nişanları ile ödüllendirilmiştir.

Ayrıca, Kurtuluş Savaşı’nın diğer kahramanları ile birlikte, 18 Ekim 1983 tarihinde Atatürk’ün manevi himayelerinde kurulmuş olan Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumunun dört bağlı kuruluşundan biri olan Atatürk Araştırma Merkezinin Şeref Üyesi olarak kabul edilmiştir.

Ruhu şad olsun…

Yazımızın sonuna doğru gelirken bir başka Milli Mücadele kahramanı olan Mehmet Kazım Orbay’a geldi sıra…

Mehmet Kazım Orbay 1887’de İzmir’de Dünya’ya gelmiştir “Rauf Orbay ile hiçbir akrabalık ilişkisi yoktur aynı soyadını almaları tesadüftür)

1904’te Mühendishane-i Berri Hümayun’dan yani Topçu Harbiyesi’nden devresinin 1.’si olarak mezun olurken adını da “ALTIN JENERASYONA” yazdırmıştır…

İşte bu “Altın Çocuk” 1907’de Kurmay Sınıfını yine dönem 1.’si olarak bitirecektir…

 

Uzun yıllar Enver Paşa’nın yaverliğini yapacak olab Mehmet Kazım Orbay daha sonra ise Enver Paşa’nın kız kardeşi Mediha Hanım ile evlenerek Enver Paşa’nın eniştesi olmuştur….

Mehmet Kazım Orbayb 1922 yılına kadar çeşitli birlik ve karargâh görevlerinde bulundu. Hareket Ordusu ile 31 Mart İsyanı’nın bastırılmasına katılırken yolu da Mustafa Kemal ile kesişecekti…

Karadağ  Hudut Olaylarına, Balkan ve 1.Dünya Savaşı’na katılarak pek çok önemli yararlılık gösterdi….

Milli Mücadele’ye katılmasının  hemen ardından Ağustos 1922 tarihinde Mirliva rütbesine terfi edecek ve 3. Kafkas Tümeni Komutanlığı ve Genelkurmay 2. Başkanlığı görevlerini yürütecekti.

Genelkurnay 2. Başkanı olarak Sakarya Meydan Muharebesi ve Büyük Taarruz’un planlarını hazırlayan çekirdek beyin takımım içerisinde yer alacak ve Milli Mücadele’nin “A TAKIMI” ile aynı karargahta yakın çalışma arkadaşlığı yapacaktı.

30 Ağustos 1926 Ferik rütbesine terfi edecek aynı göreve devam ederek bilahare Afganistan Askeri Heyet Reisliği ve 4. Kolordu Komutanlığı görevlerinde bulunacak olan Mehmet Kazım Orbay 30 Temmuz 1930 tarihinde ise Jandarma Genel Komutanlığı’na, 24 Ağustos 1935 tarihinde 3. Ordu Müfettişliğine atanacaktır.

Artık 2. Dünya Savaşı atmosferi kendisini iyiden iyiye hissettirirken 30 Ağustos 1935 tarihinde Ferik-i Evvel rütbesine terfi edecek olan Orbay. 15 Şubat 1943 tarihinde ise Yüksek Askerî Şura Üyesi olarak atanacak, 1 Aralık 1943 tarihinde Genelkurmay 2. Başkanlığı görevine atanması ile birlikte TSK içinde Genelkurmay Başkanlığı’na atanması beklenen yeni isim olacaktır.

2.Dünya Savaşı’nın bitimine yaklaşık 1,5 yıl kala 12 Ocak 1944 Genelkurmay Başkanı olarak atanacaj ancak bugün dahi gizemini koryan  Ankara Cinayeti Vak’ası  sonrası 23 Temmuz 1946 tarihinde görevinden istifa edecektir…

Hala gizemini koruyan bu cinayette Kazım Orbay’ın oğlu Haşmet Orbay, Doktor Neşet Naci Arzan’ın öldürülmesinde azmettiren kişi olarak yargılandı. Doktor Arzan aynı zamanda SSCB  elçiliğinde çalışmakta idi.

Orbay, 29 Temmuz 1946 tarihinde Yüksek Askeri Şura üyesi olarak atandı. 6 Temmuz 1950 tarihinde Yüksek Askerî Şûra üyeliği görevinden emekli oldu.

Askerlikteki son yılları özel hayatında yaşadığı olaylar neticesinde sıkıntılı geçse de 2.Dünya Savaşı esnasında ve sonuna kadar TSK’nın en üst kademesinde yine “ALTIN JENERASYONDAN” bir isim yer almıştı…

***

Ve ismi çok anılmasa da Mili Mücadele için çok önemli isimlerden birisi olan, Büyük Taarruz’da 6. Tümen’e komutanlık eden Nazmi Solok…

Nazmi Solok 1876 yılında Mektebi Harbiye’de devresinin44.’sü olarak “İlk 40 içine giremediği” için kurmay mektebine şansını kaybetti…

Ancak Solok bu eksikliğini okul sıralarındaki not kağıtları ile değil bizzat savaş cephelerinde ateşle,kanla,barutla,acıyla,yoklukla hatta esaretle sınanacağı ve her bir sınavı başarıyla vererek “Rütbe cephede kazanılır” sözünün vücut bulmuş hali olacağı şekilde fazlası ile telafi edecekti…

Nazmi Solok, ilk olarak 16 Temmuz 1903 tarihinde Gerede Redif Alayı 2. tabur 2. bölük Takım Komutanı olarak atanacaktı….

Balkan Savaşı ve 1. Dünya Savaşı’nda cephelerde gösterdişği başarılar 12 Mart 1918 tarihinde Bağımsız 50. Tümen ve Fırat Grubu komutanı oldu.

Bu atamadan sadece 15 gün sonra 27 Mart 1918 tarihinde Bağdat Muharebesi’nde birliğiyle tutsak oldu. 12 Haziran 1920 tarihinde esaretten kurtuldu.

Esaretten kurtulur kurtulmaz 20 Haziran 1920 tarihinde Mudanya’ya gelecek ve Milli Mücadeleye katılacaktı… 27 Haziran 1920 tarihinde 56. Tümen Komutanlığı’na atanan Solok,. 12 Temmuz 1920 tarihinde ise 57. Tümen Komutanı ve Denizli Mutasarrıfı, 7 Aralık 1920 tarihinde 1. Süvari Tümen Komutanı ve Konya Vali Vekili, 16 Aralık 1920 tarihinde Menderes Grubu Komutanı, 15 Haziran 1921 tarihinde 6. Tümen Komutanı olarak görevlendirilecek ve Milli Mücadele’nin en çok cephede çarpışan komutanlarından birisi olacaktı.

Solok Kurtuluş Savaşı’nda özellikle Sakarya Meydan Muharebesi ve Büyük Taarruz’da Yunan kuvvetlerini perişen eden en önemli komutanlardan birisi olarak adını Türk Savaş tarihine de altın harflerle yazdıracaktır…

Milli Mücadele’nin başarı ile sona ererek zaferle taçlandırılması sonrasında Solok,27 Haziran 1925 tarihinde 1. Kolordu Komutan Vekili olacak,2 Ekim 1925 tarihinde 7. Kolordu Komutanı, 8 Ocak 1930 tarihinde 5. Kolordu Komutanı, 1 Ocak 1933 tarihinde MSB Müsteşarı, 30 Ağustos 1935 tarihinde 4.Kolordu Komutanı, 30 Kasım 1936 tarihinde MSB Müsteşarlığı görevine atanacaktı.

Solok 2 Ekim 1939 tarihinde emekli oldu. Solok’un 1933 ve 1936 tarihlerindeki MSB Müsteşarlığı döneminde hazırladığı raporlar 2.Dünya Savaşı öncesinde Türk ordusunun yeniden yapılandırılması ve çizilecek stratejik planlar açısından son derece büyük önem arz etmekteydi.

Solok 1956 yılında İstanbul’da vefat etti…

***

 

 

Ya Milli Mücadele’nin en önemli isimleri olsalar da kamuoyu kadar yeterince tanınmayan o “ALTIN JENERASYONUN” diğer “ALTIN ÇOCUKLARI” kimlerdi? Gelin kısaca onlara da bir göz atalıkm…

Mehmet Kazım Dirik-1881 Manastır-Babası Plevne Gazisi Süvari Yüzbaşı Hasan Tahsin Bey-Plevne’de Lofça Kuşatmasını Yaran Süvari Bölüğü’nün Komutanı-Sınıf arkadaşları: Fahrettin Altay,Bekir Sami Günsav,Enver Paşa…

Ömer Halis Bıyıktay-1883/Erzincan-1905-Mekteb-i Harbiye Piyade Sınıfı 44.’sü olarak mezun

Mehmet Kazım Sevüktekin-1877 İstanbul-1895’te devresinin 5.’si olarak Mekteb-i Harbiye’den Mezun

Mehmet Sabri Erçetin-1876 Bursa-1989’de Mühendishane-i Berri Hümayun (Topçu Harbiyesi Mezunu-devresinin 17.’si olarak mezun…

Mehmet Rüştü Sakarya-1877/İstanbul-1895-Mekteb-i Harbiye mezunu…

Ahmet Naci Tınaz-1882-Manastır yakınlarındaki Selfice doğumlu-1904 Mekteb-Harbiye Piyade Sınıfı Döneminin 3.’sü…

Ahmet Derviş-1886 Selanik doğumlu.1906 yılında devresinin 26.’sı (İlk 40 Kurmay Mektebi’me devam etme hakkı kazanıyor,yani Ahmet Derviş de döneminin “Elit”akademi öğrencilerinden)-Sınıf arkadaşları Ahmet Zeki Soydemir (Milli Mücadele’nin en önemli Süvari komutanlarından biri nam-ı diğer “Hayalet Süvari”),Sabit Noyan (Sakarya Savaşı Çaldağı Muharebesi kahramanı), Ömer Halis Bıyıktay,Kemalettin Sami Gökçen,Salih Omurtak

Şehit Miralay Nazım Bey-1886 Kayseri doğumlu…1907 Mekteb-i Harbiye’den Döneminin 3.’sü olarak mezun oluyor (Döneminin 1.‘si Salih Omurtak ile çok yakın arkadaş)- İlk görev yeri Erkan-ı Harbiye (Genelkurmay) Harekat Şubesi- 1911 Yemen’e gönüllü olarak gidiyor ve o sırada Yemen’de isyan var.

Yemen’de Salih Omurtak,İsmet İnönü ve Sakallı Nurettin Paşa ile birlikte…

Yakup Şevki Sübaşı- 1876 Harput doğumlu-1896 yılı Mekteb-i Harbiye Dönem 5.‘si – 1900 yılında Kurmay Mektebi’nden mezun-Mustafa Kemal ile yolları 1912 yılında Çanakkale Bolayır’da kesişiyor.(Yarbay rütbesi ile Bolayır Müstahkem Mevki Kurmayı) Yani Mustafa Kemal 1.Dünya Savaşı’nda destan yazacağı Çanakkale mevkiine 3 sene önce gidiyor,coğrafyaya çok hakim.

Kazım Fikri Özalp-1882 Köprülü doğumlu- Kazım Karabekir,Ali Fuat Cebesoy,Mustafa Kemal ile Mekteb-i Harbiye’den yakın arkadaş-Şam’da Mustafa Kemal ile beraber- 1917’de 37. Tümen Komutanı olarak Trabzon ve Of’u Rus işgalinden kurtaran komutan (Bu harekatta 10.Kafkas Fırkası Konutanı Kemalettin Sami Gökçen ile koordineli hareket ediyor, Gökçen’in de yakın arkadaşı)

Şimdi bize gelip diyorlar ki “Kurtuluş Savaşı bir mucizeydi, o kadar başarılı askerin bir araya gelebilmesi tesadüftü”…

Aslında bunu dile getirenler, bizim Türk milleti olarak Kurtuluş Savaşı’nı kazanabilmiş olmamızın bir tesadüften ibaret olduğunu,yoksa emperyalizmin öyle diz çöktürülemeyeceğini gayet sistematik biçimde işleyerek, bize bunu dayatarak, “Toplumsal Rıza Üretimi” sağlamaya ve toplumun milli ortak geçmişe sahip çıkma dinamiklerini çökertip, kendine olan özgüven ve inancını tamamen yıkacak öldürücü darbeyi vurmak için sabırla çalışıyorlar.

Şimdi görüyor musunuz “Tesadüfü” ?

Yukarıda saydığımız isimlere bir bakın… Bu isimler ortalama olarak 1880-1883 jenerasyonu… Aralarında 3-4 yaş büyük 1-2 isim,2-3 yaş küçük 1-2 isim var. Bahsettiğimiz isimlerin hepsinin ortak özelliği neydi? Erkan-ı Harbiye’yi ve Kurmay Mektebi’ni “Derece” ile bitirmiş isimler olmaları.

Yani bu isimlerden her biri birlikte okudukları yüzlerce isim içerisinden ilk 40’a girerek “Elit Kurmay Sınıf” olarak seçilen,o dönemin yenilenen Osmanlı Ordu Eğitim sisteminde en son ve güncel askeri teknik ve stratejileri ile yabancı diller ile hatta vals yapmaya kadar bilecek şekilde özel bir eğitimden geçirilen “Seçilmiş” isimler… Sayıları da 1880-1883 arası jenerasyon dersek 40×3=120 kişi,bunlara 1-2 yaşı biraz büyük ya da küçük ismi ekleyin en fazla 130 kişiler…

Peki demografik yapılarına dikkat ettiniz mi? Genelde Balkan ve Anadolu Türkleri’nden ve çok azı hariç alt-orta gelir seviyesindeki ailelerin çocukları bu isimler…

Ve bu isimlerin tamamı İttihat ve Terakki ile yolları kesişse de Enver-Talat-Cemal Paşalar’ın ordunun siyasete karışması ve subayların siyasetle uğraşmasına karşı çıktığı için İttihat ve Terakki ile ilişkilerini kopartıp,rütbelerini cephelerde gösterdikleri başarılar ile söke söke almış isimler…

Ama içlerine öyle isimler alınmış ki az sayıda da olsa –Ali Fuat Cebesoy en önemli örneklerden birisidir- Osmanlı’nın askeri elit kadrosu, paşaları,köklü Türk Ailelerinin çocukları da bu ALTIN JENERASYON içerisinde yer almış ve diğer isimler için doğal bir “Network sağlayıcısı” olarak pozisyonlandırılmıştır…

Yani ortaya çıkan profil üst düzey kurmay zekaya sahip,ülkenin asli kurucu unsurunun hakim olduğu, “İmparatorluk yapısı gibi heterojen değil,monarşi ve imaparatorlukların tasfiye edilip ulus devletlerin kurulmasına giden süreçte asli kurucu unsurun ağırlıkta olduğu,ulus devlet inşası için dizayn edilmiş”,komitacı olmayan-asker-siyasetçi ayrımını benimsemiş, aralarından bazıları çökmekte olan devletin vatansever ama askeri-bürokratik elitlerinin çocukları olarak “Doğal network sağlayıcısı olarak bu ağı birbirine bağlayacak” maksimum 130 kişilik bir “Kurucu kadro”

 

Ve bu kadro okulda birbirini tanımaya başlamakla kalmıyor bak sen Allah’ın tesadüfüne ki (!) Balkan Savaşları,Trablusgarp Savaşı,1. Dünya Savaşı esnasında sürekli bir şekilde bir arada görev yapıyor, yine Allah’ın tesadüfü (!) olsa gerek hepsi Anadolu’nun ortasında bir araya gelip sıfırdan bir devleti hem de muhteşem bir stratejik planlama ile 3,5 sene süren çok zorlu bir savaşla beraber kuruyorlar…(!)

Yahu siz böyle muhteşem planlanmış bir tesadüfü (!) nerede duydunuz,nerede gördünüz bana bir söyleyin…

Ha tabii siz bu arka plana hakim olmazsanız bir de bunların “Kullanışlı aparatları” olanlar kalkıp başınıza “Atatürk’ü Samsun’a Vahdettin gönderdi” safsatası ile çıkıp karşı propaganda yaparlar…

O “kadro”,o “Ağ” adeta ilmek ilmek dokunarak,ta okul yıllarında,cephelerde başlayarak ateşle,kanla,gözyaşı ile,kavga ile sınanarak çoktan “Bir araya gelmişti”

Ve herkes birbirini gayet iyi biliyordu,tanıyordu ortada bir tesadüf falan yoktu…

Özellikle Mustafa Kemal-Kazım Karabekir-Ali Fuat Cebesoy 3’lüsü üzerinden herkes birbirine “Temas etmişti”, adeta “Bir ilişkiler ağı” çoktan tesis edilmişti…

Ayrıca hani “Hitler acaba 2.Dünya Savaşı’nda bize neden saldırmadı ki?” diye halen soran yahut bu soruya güya tarihçi kimliği ile 3-5 tıklama daha fazla almak adına saçma sapan manipülatif cevaplar verenler yukarıda saydığımız MİLLİ MÜCADELENİN ALTIN JENRASYONU’nun 2.DÜNYA SAVAŞI’nın hemen öncesinde hangi aktif görevlerde olduğuna baksınlar bu isimleri sayarken 2.Dünya Savaşı’na gidilen yıllardaki görevlerini boşa oraya yazmadık zira…

Buna Almanya’nın krom ihtiyacının büyük bölümünü Türkiye’den temin ettiği ve zırhlı mekanize tugaylar ile hızla bir kara işgali yapsa da Almanya’nın o dönemde mobilize askeri birlikleri bırakın normal arabalar için bile yeterli asfalt yolu olmayan bir Türkiye coğrafyasında nasıl bir batağa saplanacağını da eklesin öyle konuşsunlar…

Gelelim bu “Tesadüf” safsatasından ve “Hitler 2.Dünya Savaşı’nda bize niye saldırmadı?” sorularından çok çok daha önemli ve stratejik  öneme sahip konuya…

***

Bakın bu bağlamda Kültür Emperyalizmi kavramını biraz detaylandırmamız gerekiyor…

Emperyalizm” kavramı hemen hemen hepimiz tarafından bilinse de “KÜLTÜR EMPERYALİZMİ” kavramı çok daha az bilinen bir kavram ülkemizde…Oysa ki küresel güçler açısından KÜLTÜR EMPERYALİZMİ çok ama çok stratejik bir noktada konumlanmış durumda…

Zira bir ülkenin küresel hegemon güçler tarafından tam olarak kontrol altına alınabilmesi için 4 ana noktanın “Kontrol edilebilir/manipüle edilebilir” hale getirilmiş olması gerekmektedir:

Bunlar A-SİYASAL B-EKONOMİK C-ASKERİ ve D-KÜLTÜREL milli kodlardır…

Ancak diğer 3’ünü ne kadar sağlarsanız sağlayın eğer KÜLTÜR EMPERYALİZMİ ile ülkenin “Milli kültürel kodlarına” hakim hale gelemezseniz o ülkeyi tam anlamı ile emperyalist baskı altına alamazsınız…

Gerçekleştirilen sadece dönemsel “tahakküm” olur. Ülkede milli kültür ve şuur bozulmamışsa o ülke emperyalizmin boyunduruğunu kısa yahut orta vadede kırar…İşte bu nedenle KÜLTÜR EMPERYALİZMİ son derece stratejik bir kavramdır…

Bu konuda en özet ama en “özlü” tanımlamalardan birisi Sami Şener tarafından yapılmıştır… Sami Şener “ASİMİLASYON;EMPERYALİZM;SÖMÜRGECİLİK” isimli eserinde bakın hangi ifadeler ile tanımlıyor KÜLTÜR EMPERYALİZMİNİ…

 

“…Kültür emperyalizmi, aslında emperya­lizmin bîr safhası ve çeşidinden başka bir şey değildir. Kültür emperyalizmine ma­ruz kalan bir toplum, kendine verilmek is­tenen kültür ve dünya görüşünün gerçek hedefini idrak edemeyecek bir hale gelir. Dinamik ruhunu kaybeden böyle bir top­lum, kendine sunulanın doğru veya yanlış olup olmadığım anlayamayacak bir uyu­şukluk ve sersemliğe düşer. Fikir ve sanat zevki ölmüş, hamle gücünü kaybetmiştir.


Kültür emperyalizmi altındaki ülkeler, ar­tık kendilerine yön veren toplumların is­tekleri doğrultusunda hareket etmekten başka bir tavra sahip olamazlar.”

Ve işte ülkemizde Kültür Emperyalizmi’nin en temel kurallarından birisi olarak “Hedef ülkenin ortak milli değerlerinin içini boşaltmak,itibarsızlaştırmak yahut toplumun bir kesiminin hedefi haline getirmek” amacı ile kullandığı en önemli stratejik psikolojik harp operasyonlarından birisi olarak “O ortak kurucu değeri önce aşırı derecede yücelterek adeta “putlaştırın” ve halktan kopartın,sonra yalnız ve çaresizmiş gibi resmedin” oyunu, 1946 ABD Askeri Yardımları ve NATO’ya giriş ile başlayan süreçten bu güne adım adım sahneleniyor…

Şimdi bana söyler misiniz? Evet Mustafa Kemal Atatürk askeri ve siyasi olarak bir “Deha” ve doğuştan bir lider ancak, -kendisi ile kıyaslanamayacak derecede olsalar da- bu saydığım isimlerden hangisi “Sıradan” adamlar? Hangisi kendi döneminin en parlak,en bilinen,en gözüpek,en başarılı,en örgütçü isimlerinden birisi değil?

Bu yukarıda saydığım isimlerden hangi biri orta veya vasat kalitede isimler? Hiçbiri.

Bu isimlerin hepsi dönemlerinin “ALTIN ÇOCUKLARI” olarak A CLASS yetkinlik ve donanıma sahip isimler.

Karşımızdaki Yunan Ordusunun Venizeloscu (Venizelist)-Prens Konstantinci ayrışması ile birbirlerini tasfiye etmeye çalışırken yaptıkları liyakata değil,”Sadakata” dayalı ordu komutanlığı atamaları da yaşadıkları hezimetin en büyük sebeplerinden birisi olarak karşımızda dururken bu saydığım kahramanlardan hangi birisi için “LİYAKATSIZ-DONANIMSIZ” deme şansınız var?

Ama yok bizde işte tam da bu nedenle bu değerlerimiz “Adeta yok sayılıyor”, “Tarihimizdeki izleri yavaş yavaş,adım adım ama gayet bilinçli ve sistematik ve stratejik bir operasyon ile” siliniyor,unutturuyorlar…

Gündeme getirildikleri zaman ise “Çapsız”, “Vizyonsuz”, “Yetersiz” olarak nitelenerek yaftalanıp küçültülürken bu operasyonla eş zamanlı olarak Kültür Emperyalizmi “Bakın bu en yakın çevresindekiler bu kadar çapsız,vizyonsuz adamlardı ama Atatürk muhteşem dehası,vizyonu sayesinde her şeyi tek başına yapan, “Yalnız ve aslında bu yalnızlığı nedeniyle zavallı bir adamdı” diyor,Atatürk bir yandan aşırı yüceltilerek halktan kopartılıp –Ki buna hiç ama hiç ihtiyacı yok-, hatta halkın bir kesiminin Atatürk’ten nefret etmesi sağlanırken Can Dündar gibi kaçkın firarilere de Atatürk’ü yalnız ve çaresiz, tek başına bir adam olarak göstersin diye “Mustafa” gibi filmleri çekmesi için sınırsız bütçe ve PR desteği sağlıyor.

Yani efendim bize psikolojik bir operasyon yapılıyor,özellikle de Ullu Önder Gazi Mustafa Kemel Atatürk bu operasyonla kendi milletinden kopartılmak hatta kendi milletinin nefretini kazandırılmak isteniyor/hedefleniyor.

Ve biz bunun farkındaki yurtseverler olarak bu operasyona gelmeyeceğiz.

Bu milletin ortak milli değerlerini başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere,yakın silah arkadaşlarından hayatının baharında bu topraklara düşerek şehit olmuş, bu coğrafyayı bize “Vatan” yapmış her bir şehidimize kadar onlara sonsuz minnet,saygı ve özlemimizi her daim diri tutarak,onlardan aldığımız bayrağı hep beraber ömrümüz oldukça her türlü karşı devrim ve Kültür Emperyalizmi unsurlarına/operasyonlarına karşı koruyacak,bize bıraktıkları emaneti bu karanlık günleri aşarak hak ettiği yeniden tam bağımsız ve anti-emperyalist bir ülke olarak taçlandıracağız…

“13 Eylül 1683 günü Viyana’da başlayan çekilme, 238 sene sonra Sakarya’da durdurulmuştur.” Büyük bedeller ödenerek elde edilen bu zaferi geri püskürtmek isteyenler ile mücadelemiz sonuna kadar devam edecektir…

Ülkelerin tarihlerinde 25 senelik iktidar süreçleri denizdeki su zerresi önemindedir… Devlet ve hükümet ayrı şeylerdir ve her ne kadar “Artık birbirinden farkı kalmadı” diye düşünülse de “Devlet” ayrı bir mekanizma olarak işlemeye devam etmektedir.

Ve kimse unutmasın ki her dönemde aziz vatanın en ücra bir köşesinde dahi bir “Ağ” mevcuttur… Tek yapmamız gereken o “Ağı” aktif hale getirip, organize biçimde büyüterek stratejik kararları cesurca alıp,en doğru biçimde uygulayabilme becerisidir…

Kimseye bir üst akıldan,bir gizemli kurtarıcıdan medet ummasını değil, tam aksine bu mekanizmaların kurulmaya hazır olduğunu ve milletin yapması gerekenin “Kurtarıcı” beklemek yerine bizzat kendisinin ve kendi içerisinden çıkartacağı kadrolar ile kaderine el koyarak ülkeye “Kurtarıcı” olmasını söylüyoruz…

Bu millet en karanlık günlerinde bunları başarmıştır,yine başaracaktır,bundan da kimsenin şüphesi olmasın. Herkes müsterih olsun…

Aziz şehitlerimizin ruhları şad olsun…

Etiketler: ABDAĞALİ FUAT CEBESOYALTIN ÇOCUKALTIN JENERASYONBALKAN SAVAŞIBÜYÜK TAARRUZÇANAKKALE SAVAŞIFEVZİ ÇAKMAKHARBİYEHAREKAT ORDUSUİSMET İNÖNÜKAZIM KARABEKİRKÜLTÜR EMPERYALİZMİKURMAY MEKTEBİKURTULUŞ SAVAŞIKURTULUŞ SAVAŞI TARİHİManşetMİLLİ MÜCADELEMUSTAFA KEMAL ATATÜRKNatoPSİKOLOJİK HARP OPERASYONUREFET BELESAKARYA MEYDAN MUHAREBESİSALİH OMTRAKTARİHTRABLUSGARP SAVAŞI
PaylaşTweetGönder

HaberAlternatif'in özel haberlerinden haberdar olmak için bildirimleri mutlaka açın!

Bildirimleri Kapat

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

ÖZEL HABER

ABD’NİN YENİ “ORTADOĞU BARONU”: “TOM BARRACK”

26 Eylül 2025
ÖZEL HABER

ANKARA KULİSLERİNDE YENİ İDDİA: “SIRA POLATLI BELEDİYESİ’NDE”

27 Eylül 2025
ÖZEL HABER

TARİKATA YAKIN OL,SEVGİ İLE ARSA TAHSİSİ YAPILSIN

10 Aralık 2020
ÖZEL HABER

ŞOFÖRÜNDEN 30 AĞUSTOS’TA ARACINA ASTIĞI BAYRAĞI KALDIRMASINI İSTEYEN TURİZM FİRMASI YANDAŞ ÇIKTI

1 Eylül 2024
GÜNDEM

Sinan Ateş cinayeti narko-terör faaliyetlerinin devamı mı?

30 Ocak 2023
Oynatılan Video

CELAL EREN ÇELİK’TEN DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI’NA SERT ELEŞTİRİ

CELAL EREN ÇELİK’TEN DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI’NA SERT ELEŞTİRİ

GÜNDEM

YARSAV KURUCUSU ÖMER FARUK EMİNAĞAOĞLU’NDAN YSK’YA “YÜCE DİVAN” UYARISI

GÜNDEM

AKUT VAKFI BAŞKANI NASUH MAHRUKİ: “TSK SİSTEM DIŞI BIRAKILINCA ASKER KIŞLASINDAN ÇIKAMADI”

ÖZEL HABER

AREA ARAŞTIRMA ŞİRKETİ BAŞKANI MURAT KARAN’DAN ÇARPICI AÇIKLAMALAR

SİYASET

SÜLEYMAN SOYLU’DAN İMAMOĞLU KARARI HAKKINDA İLK AÇIKLAMA

SİYASET
Haber Alternatif

Basın Meslek İlkeleri’ne uymaya söz vermiştir. Haber Alternatif sitesinde yayınlanan her özel haberin hakkı saklıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Kullanılması halinde Haber Alternatif’in hukuki hakları mahfuzdur.

Kategoriler

  • DIŞ BASIN
  • EĞİTİM
  • EKONOMİ
  • GÜNDEM
  • KÖŞE YAZILARI
  • MEDYA
  • ÖZEL HABER
  • SİYASET
  • SPOR
  • TEKNOLOJİ
  • YAŞAM

Takip Edin

  • Manlift Kiralama
  • Gizlilik Politikası
  • Künye
  • İletişim

© 2022 Haber Alternatif - Yazılım: Albasoft Bilişim Teknolojileri.

Sonuç Yok
View All Result
  • ANASAYFA
  • SİYASET
  • EKONOMİ
  • MEDYA
  • SPOR
  • DIŞ BASIN
  • ÖZEL HABER
  • KÖŞE YAZILARI

© 2022 Haber Alternatif - Yazılım: Albasoft Bilişim Teknolojileri.