Celal Eren ÇELİK
İBB’ye yapılan operasyonlar sonrasında önce gözaltına alınan,sonra tutuklanarak cezaevine konulan ve İBB Başkanlığı görevinden uzaklaştırılan Ekrem İmamoğlu 2019 yılından bu yana Türk siyasetindeki en önemli “Karadenizli” figürlerden birisi olmayı başardı.
Tıpkı Cumhurbaşkanı Erdoğan gibi, tıpkı daha önceki Başbakanlardan merhum Mesut Yılmaz gibi, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu gibi ve tabii pek çok önemli bakan gibi Ekrem İmamoğlu da Karadenizli olmanın ve bu isimlerin “Ortak gücü” olan “Karadeniz lobisinin” avantajlarından siyaseten yararlandı.
Ama Türk siyasetinde “Karadeniz Lobisinin” gücünü ve etkisini sadece İmamoğlu’na yahut günümüze indirgersek ya da sadece siyaset ile sınırlı tutarsak emin olun büyük bir hata yapmış oluruz. Zira başta siyaset-spor-iş dünyası olmak üzere Türkiye’nin hemen her önemli alanında “Karadeniz Lobisinin” izi mutlaka düşmüş durumdadır.
Peki böyle bir girizgahı neden yaptık?
Bu yazı dizimizde (Zira bu öyle tek bir kerede yazılacak bir yazı değil ancak yazı dizisi olarak sizler ile buluşturabileceğimiz derinlikte ve girift ilişkilerin bir arada olduğu bir yazı. O nedenle bu dosyamız 3 bölümden oluşan bir “Yazı dizisi” olarak sizlerle buluşacak) size öyle bir gerçek hayat hikayesi anlatacağız, öyle bir “Ofisi” tanıtacağız ki, bu hikayede tarikat-cemaat ilişkilerini ve bir “Yaşayan efsane” olarak hayatını geçirip ölen “Hafız” Ali Haydar Özak’ı tanımadan “Karadeniz Lobisi”nin başlangıcını anlayamayacağınızı ama onunla beraber eşinin ailesi olan Karanis Ailesi’ni de tanımız gerektiğini göreceksiniz, bu hikayede Korkut ve Turgut Özal kardeşleri göreceksiniz, bu hikayede Necmettin Karaduman’ı ve etkisini fark edecek, Fahrettin Kurt’u,İskender Önal’ı görecek, “Kabine toplantısına giren ve Başbakanı 7/24 arayabilen il başkanı” olarak tanınan Azer Benli ismi ile tanışacak, İbrahim Bodur’u “Anlayacak”, Mehmet Cengiz’in “Palazlanışına” şahitlik edecek, Mehmet Akif Hamzaçebi ve Erdoğan Bayraktar’ı okuyacak, Eyüp Aşık ile yolunuz kesişecek, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a rastlayacak, yolunuz Beylikdüzü’ne düşecek Hasan Uzun ve Yusuf Uzun’u tanıyacak, Hasan İmamoğlu ve Ekrem İmamoğlu’nu birbirine zincir halkaları gibi bağlanmış bu aynı “Puzzle’ın” parçaları olarak okuyacaksınız, bir “Lobinin” doğuşuna ve büyümesine tarih tarih tüm geniş ağ ve kolları ile şahitlik edeceksiniz ve yazı dizisini okumayı bitirdiğinizde “Vay arkadaş bu ofis ne ofismiş” diyeceksiniz…
Ve iddia ediyoruz bu yazı dizisi çok konuşulacak…
O zaman peşrevi daha fazla uzatmıyoruz ve yazı dizimizin 1. bölümüne başlıyoruz…
***
Tarih yapraklarını 1911 yılına saracağız şimdi sizlerle…
1911 yılında Trabzon’un merkeze bağlı Boztepe Mahallesi’nde bir çocuk Dünya’ya gelir… O çocuk ailesine mutluluk verirken sonrasında kendisini tüm Türkiye’nin muhafazakar/islamcı en üst düzey isimleri,çocuklarından özellikle birisini ise tüm Türkiye tanıyacaktır.
1911 yılında Dünya’ya gelen o çocuğun ismi Cumhuriyet’in ilanı sonrasında ailenin aldığı soyadı ile birlikte Ali Haydar Özak olmuştur.
Ali Haydar Özak 1931 yılında dini eğitim için zamanın en önemli isimlerinden eğitim almak üzere İstanbul yollarına düşecek ve Serezli Şeyhu’l Kurra El-Hac El-Hafız Ahmet Şükrü Sîrûzi (Selanikli) Efendi’den iki yıl Kur’an-ı Kerim, Tashih-i Huruf, aşere, takrib ve Tayyibe dersleri alıp, zamanın usullerine göre ehliyetli bir komisyon huzurunda imtihan olarak Aliyyülâlâ (Pekiyi) derecesi ile icâzet alacaktır.
Bu arada İstanbul’da kaldığı süre zarfında Kur’an okuma ve öğretmedeki kendine has teknikleri ile ünü giderek yayılacak olan Ali Haydar Özat ya da artık muhafazakar/islamcı camianın kendisini tanıdığı isimle ” Hafız Ali Haydar” Nakşibendi Cemaati’nin şeyhi Mehmet Zahit Kotku tarafından da özel iltifatlara tabi tutulacak, keza Nakşibendi Cemaati içerisindeki medreselerdeki en “Parlak” gençlere ve çocuklara Kura’an-ı Kerim okumayı öğretme görevi de bizzat “Hafız Ali Haydar” a verilecektir.
Öte yandan muhafazakar ve islamcı bir Kur’an hocası dediysek aklınıza farklı bir imaj da gelmesin, Ali Haydar Özak daha 1930’larda takım elbise ile tabiri yerindeyse “Jilet” gibi gezen,başından fötr şapkası eksik olmayan, kendisi son derece önemli bir saat ustası olarak zanaatkar olarak da İstanbul’da ün yapmış bir isim.
Gel zaman git zaman “Hafız” Ali Haydar Özak, askerlik görevini de yaptıktan sonra Trabzon’a dönmeye karar verecektir. Kendisi Trabzon’a dönerken Nakşibendi Şeyhi Mehmet Zahid Kotku üzüntüsünü “Yürüyen Kur’an Trabzon’a gidiyor” sözleri ile ifade edecektir.
Ali Haydar Özak, Trabzon’a döndükten kısa bir süre sonra Trabzon’un köklü ailelerinden olan Karanis Ailesi’nin gelinlik yaşa gelmiş olan kızları Safiye Hanım ile evlenecektir. Karanis Ailesi Demokrat Parti’yi Trabzon’da kuran aile olup ailenin hemen her dönem Meclis’e Trabzon milletvekili olarak giden üyesi Fikri Karanis 27 Mayıs Darbesi sonrasında Adnan Menderes ile birlikte Yassıada’da yargılanan milletvekilleri arasında yer almaktaydı. Fikri Karanis ise Ali Haydar Özak’ın eşi Safiye Özak’ın amcasının oğluydu.
Keza 27 Mayıs 1960 darbesi sonrasında yapılan ilk seçimlerde Demokrat Parti’nin “Siyasal mirasına” sahip çıkan Adalet Partisi’nden Trabzon Belediye Başkan Adayı olarak Trabzon Belediye Başkanı seçilen Ahmet Rasim Karanis de bizzat Ali Haydar Özak’ın eşi Safiye Özak’ın babasıydı…
Ve tarih yaprakları 19 Nisan 1946’yı gösterdiğinde Ali Haydar Özak-Safiye Özak çiftinin oğulları Dünya’ya gelir… Dünya’ya gelen o bebeği daha sonra önce Trabzon,sonrasında tüm Türkiye son derece yakından tanıyacaktır. O isim Faruk Nafiz Özak’tır…
Tarih yaprakları 1967’yi gösterirken Pakistan’da ilk kez “DÜNYA KUR’AN OKUMA OLİMPİYATLARI” düzenlenecek, Türkiye’nin bu organizasyondaki temsilcisi “Hafız” Ali Fırat Özak” olacak ve herkesi kendisine hayran bırakarak 1967 yılında ilk kez düzenlenen bu yarışmada ödülü Türkiye adına alacaktır.
“Hafız” Ali Haydar Özak’ın 1936’da Kur’an-ı Kerim öğreticisi olarak Trabzon Çarşı Camii’nde başladığı “Resmi” görevi, 1955 yılına kadar görev yaptığı Trabzon İmam Hatip Lisesi, sonrasında ise Kur’an Kurslarındaki görevleri ile tam 39 sene sürecek ve 1975 yılında artık emekliye ayrılacaktır.
Yetiştirdiği binlerce İmam Hatip ve medrese öğrencisi Diyanet kadrolarında en üst kadrolara gelince kendisi de adeta bir “Yaşayan efsaneye” dönüşen “Hafız” Ali Haydar Özak’ın oğlu Faruk Nafiz Özak’ı da benzer bir durum beklemektedir ancak aralarında ciddi bir fark olacaktır…
***
“Hafız” Ali Haydar Özak’ın oğlu Faruk Nafiz Özak gençlik yıllarında hem futbola çok meraklı ve yeteneklidir hem de son derece başarılı bir öğrencidir.
Faruk Nafiz Özak, İnşaat Mühendisliği bölümünü ODTÜ’de kazanmış olmasına rağmen futbola Trabzon’da daha çok zaman ayırabilmek adına Karadeniz Teknik Üniversitesi’ne geçecek, burada geçirdiği yıllarda hem okulunu “Yüksek İnşaat Mühendisi” olarak tamamlayacak hem de 1980’lerin başında Türkiye’de fırtına gibi esen, şampiyonluk üstüne şampiyonluklar alan Trabzonspor’un futboldaki “Anadolu ihtilalinin” baş mimarlarından birisi ve tabii milli takımın önemli oyuncularından birisi olarak futbolla yatıp, futbolla kalkan Trabzon da babası gibi bir “Yaşayan efsaneye” dönüşecektir.
Bu arada Trabzon’da belki Faruk Nafiz Özak kadar olmasa da futbolda önemli yerlere gelmiş o dönemde bir isim daha yine Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde ve yine Faruk Nafiz Özak ile aynı dönemde okumaya başlamıştır. O isim ise İskender Önal’dır.
Sonrasında Faruk Nafiz Özak ve İskender Önal YAPISUN isimli şirketi açarak ufak tefek de olsa inşaat işleri yapmaya başlarlar. Firma kısa sürede gelişim gösterince bu kez yanlarına çok sevdikleri bir arkadaşları olan Azer Benli’yi de alarak firmanın ismini YAPISIN KOLL. ŞTİ yaparlar ve şirket tabiri yerindeyse Trabzon’da “Alır yürür” ve Trabzon’un en önemli inşaat markası haline gelir…
Bu 3 ismin ve şirketleri YAPISIN KOLL.ŞTİ’nin bu kadar hızlı büyümesinde en önemli katkı ise “Perde arkasında” yine son derece yakın dostları olan ve Trabzon’un bilinen ailelerinden Kurt Ailesi’ne mensup Fahrettin Kurt’a aittir. Kurt adeta bu 3 arkadaşın “Beyni” ve “Gizli ortağı” gibidir.
Faruk Nafiz Özak-İskender Önal ve Azer Benli üçlüsü için herşey son derece yolunda gitmektedir ama Türkiye için durum hiç de öyle değildir. Ve 12 Eylül 1980 günü ordu uzun süredir adeta kan gölüne dönmüş ülkede yönetime el koyar…
Ordu yönetime el koyduğu gün Faruk Nafiz Özak-İskender Önal ve Azer Benli üçlüsü de arkalarındaki en önemli itici güç olan Fahrettin Kurt da hayatlarının nasıl değiştiğinin ise farkında dahi değildir.
Evet sevgili okurlarımız, yazı dizimizin 1. bölümünün burada sonuna geliyoruz ve yarın 2. bölümde “Derinleşecek” ilişkileri biz yazıncaya,siz okuyuncaya dek kendinize iyi bakın diyoruz….