Celal Eren ÇELİK
2.Dünya Savaşı sonrasında Yalta Konferansı ile birlikte Dünya’da 2 yeni “Süper Güç” ortaya çıkmıştı. “Büyük Savaş” sonrası Dünya’nın 2 yeni “Süper Gücü” olarak Dünya siyaset sahnesinde yerini alan ABD ve S.S.C.B Yalta Konferansı’nda “Nüfuz Alanlarını” paylaşmışlardı.
Bu konferans sonrasında ta ki 1991’de Berlin Duvarı’nın yıkılması ve hemen akabinde S.S.C.B’nin dağılmasına kadar olan süreçte başlayan “Soğuk Savaş” sürecinde ABD “Komünizm” korkusu ile S.S.C.B ise “Emperyalizm” korkusu ile kendi “Nüfuz alanlarına” düşen bölgeleri yönetmişlerdi.
1991 yılına kadar süren bu “Soğuk Savaş” sürecinde Türkiye ise S.S.C.B’nin 2.Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında Boğazlar’daki hak talebi ve Kars-Ardahan-Iğdır’ı kapsayan toprak talepleri neticesinde adeta ABD ve Batı Bloğu’nun kucağına “İtilmiş”, Demokrat Parti iktidarının aşırı Amerikancı politikaları ve NATO’ya üyeliği ile birlikte bugüne dek sürecek olan ABD güdümlü politikaları kabul ededek “Tam bağımsızlık” ekseninden uzaklaşmıştır.
***
Soğuk Savaş döneminde Türkiye’nin jeo-stratejik konumu son derece büyük değer kazanmış, Batı Bloğu’nun kendi güvenliği için S.S.C.B’nin hemen komşusu olarak “Sınır karakolu” ve “Tampon ülkesi” konumunda olduğu için adeta bazı “İmtiyazlar” kazanmasına da “Müsaade edilmiştir”.
Lakin 1991 sonrasında Soğuk Savaş’ın bitişi ile birlikte Dünya’da dengeler değişmiş ve paradigmalar da bununla birlikte değişime uğramıştır.
S.S.C.B’nin yıkılışının ardından yaşanan 2 büyük olaydan birisi ABD’nin Dünya’nın tek süper gücü olarak kalmasından kaynaklanan “Tek kutuplu Dünya düzenine” geçiş olurken, 2. önemli olay tüm varlığını “Anti-Komünizm” ve “Komünist saldırıya karşı koymak” prensibine borçlu olan NATO’nun aslen “İşlevsiz” bir konuma gelmesi olmuştur.
NATO’ya yeni bir “Düşman” gerekmektedir ve o “Düşman” 11 Eylül saldırıları ile birlikte “Radikal İslami Terör” olarak bulunmuştur.
Ancak asıl önemli gelişme büyük ABD’nin “Tek kutuplu Dünya düzeni” sisteminde “Evdeki hesabın çarşıya uymamasıdır”
Tarih boyunca büyük emperyal devletler en güçlü oldukları dönemlerde dahi mutlaka karşılarında bir “Düşman” yaratarak bu büyük güçlerinin hakimiyetini sürdürmüş hatta daha da kuvvetlendirmişlerdir.
Oysa ABD “Dünya’nın tek süper gücü” olarak pek çok farklı coğrafyaya 2000 yılı itibariyle askeri müdahalede bulunur,BM Barış Gücü ve NATO’yu kendi emperyal çıkarlarının “Tetikçisi” konumuna getirirken, pek çok farklı ülkede sivil ve askeri darbelere CIA eli ile destek vermiş,bu süreç ise ABD’yi daha da güçlü kılmamış tam tersine Dünya’da ABD karşıtlığı son derece artmış, ABD giderek zorlandığı bir sürece girmiştir.
Ötey nandan özellikle 2005 yılı ve sonrasında Çin’in giderek artan ekonomik ve askeri gücü, AB’nin “Ortak ordu” kurma girişimi, Rusya’nın kendisini ekonomik-askeri alanlarda yeniden toparlaması ve Şangay İşbirliği Örgütü’nün kurulması ile birlikte Dünya “Çok kutuplu” bir yeni düzene doğru “Evrilme” eğilimi içerisine girmiştir.
ABD, “Tek kutuplu Dünya Düzenini” daha fazla sürdüremeyeceğini anladığı an itibariyle ise devreye “2.SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİNİ” başlatma senaryosu girmiştir.
****
Peki nedir bu “2.SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ”?
ABD, karşısında yeniden bir “Düşman” yaratmak durumundadır. Bu düşman eli ile ve bu düşmanın korkusu/karşıtlığı ile yeniden Batı Bloğunu kontrol edebilmelidir.
İşte aslında 1997 yılında başlatılan NATO’nun “Genişlemesi” süreci tam da bu planlama için yapılan bir alt yapı çalışması oldu. Bu “Genişleme” ilerleyen süreçte NATO’nun “Doğuya genişlemesi” süreci halini aldı ve Doğu Avrupa’daki eski Komünist/Sosyalist ülkeler teker teker NATO’ya dahil edildi.
Aslında bu süreç içerisinde yapılan NATO’nun Doğu’ya genişlemesi ile Rusya’yı çevreleme operasyonuydu.
Ve bugün Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan savaşın Ukrayna ile olmasa bir başka Doğu Avrupa ülkesi ile yaşanacağı “Bilinerek” ve daha da ötesinde “İstenerek” bu genişleme hamlesi gerçekleştiriliyordu.
Tüm bunlar olurken Rusya rahatsızlıklarını çeşitli defalar dile getirse de ABD bunları dikkate almayarak NATO’nun Doğu’ya doğru genişlemesini sürdürmesini sağladı.
Bu “Bilinçli”, “Stratejik” ve “Planlı” genişleme süreci en sonunda Ukrayna ile tam da istenen ve planlanan biçimde Rusya’nın savaş haline girmesini sağladı.
Bu çatışma ile birlikte ABD yeniden net bir “Bloklaşma” sağladı. Batı Bloğu’nu Rusya karşısında kendi arkasında konsolide ederken, Rusya-Çin bloğunu ve Şangay İşbirliği Örgütü’nü yeni “Düşman” ilan etti.
ABD bu stratejisi ile bir yandan da Rus gazına mahkum olan AB ülkelerini Rusya’ya yaptırım uygulamaya mecbur bırakınca Rusya AB’ye gaz sevkiyatını kestiği an itibariyle AB’nin en önemli ve tek gücü olan ekonomisinde yaşanacak büyük sıkıntı ile zayıflayarak kendisine aynen 2.Dünya Savaşı sonrasında olduğu gibi “Muhtaç” hale gelmesinin önünü açtı.
***
Gelinen son noktada ABD NATO eli ile kendisi ve Batı Bloğu için yeni bir “Sınır” belirledi…
Yunanistan-Bulgaristan-Romanya ve Polonya “Hattı” artık ABD için yeni “Kırmızı çizgi” ve “Sınır” olmuştu.
“Komünizm” tehlikesi yok olduğundan ötürü ABD için Türkiye de artık “1.SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ” yıllarındaki gibi “Stratejik öneme sahip” bir ülke olmaktan çıkmış, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nde yeni “Partner” olarak Kürtleri belirlemesi ile birlikte artık “Feda edilebilir” ülke statüsüne girmişti.
Dolayısı ile ABD Yunanistan-Romanya-Bulgaristan ve Polonya üzerinden belirlediği yeni “Stratejik kırmızı çizgisi” ile fiili olarak Türkiye’yi “Gözden çıkartarak” By-Pass etti…
Peki ABD’nin bu yeni politikasını uyguladığı esnada neler oldu?
Türkiye F-35 programından çıkartıldı…
Türkiye’nin istediği F-16’lar verilmedi…
Türkiye’nin talep ettiği Patriot’lar verilmedi…
Yunanistan’da kurulan 7 büyük askeri üs ile kalınmayarak Lozan Antlaşması’na aykırı olarak Sisam ve Midilli ABD gemilerince taşınan silahlar ile silahlandırıldı ve Türkiye’nin “Mavi Vatan” doktrini ile kıyıları tehdit altına alındı…
ABD tarafından Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ne uygulanan silah ambargosu kaldırıldı ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ordusuna askeri eğitim verileceği ifade edildi.
Sınırımızdan sadece 30 Km. uzaktaki Dedeağaç’ta devasa bir ABD silahlı yığınağı yapıldı….
Güney sınırımızda ise PKK/YPG’ye ordu kurduruldu.
Türkiye’nin tüm vetolarına rağmen yoğun baskı ile Finlandiya ve İsveç NATO’ya alındı. İki ülkem de PKK’ya yardımı kesmediği gibi İsveç hemen NATO’ya girişi öncesi YPG’ye 300 milyon Dolar değerinde askeri malzeme yardımı kararı aldı.
Öte yandan Suriye’de Türkiye adına kırmızı çizgi olan PKK/YPG’ye 30 bin tır dolusu silah göndererek Türkiye’ye yeni dönemde “Buraya kadar” demiş oldu.
Yani ABD “1.SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİNDE” kendisi için “Stratejik önemi” nedeni ile “Vazgeçilmez” olan Türkiye’yi çoktan “Feda etti” ve artık bilinçli şekilde Türkiye’yi karşısında konumlandırdığı Rusya-Çin bloğuna doğru itmekte.
Türkiye’nin F-35 programından çıkartılması da, F-16 ve Patriot verilmemesi de son derece stratejik hamleler ve asıl “Sonuca” doğru Türkiye’yi “İtmek” için yapılmakta.
Nedir o “Asıl sonuç”?
Bir ülke savunma sistemleri için bu tip kritik ihtiyaçlarının talep ettiği ve bağımlı olduğu ülke tarafından karşılanmamasını uzun süre absorbe edemez ve kendi milli çıkarları ve savunması adına farklı silah arayışlarına girmek zorunda kalır.
Dolayısı ABD Türkiye’nin kritik silah isteklerini bir müddet daha karşılamaz ise Patriot yerine S-400 yahut S-500, F-35 yerine S-57 uçaklarını satın almak,Çin ile 2000’lerin başında eşiğinden dönülen “Birlikte füze üretme programını” yeniden başlatmak seçeneklerini değerlendirmek zorunda kalır.
İşte ABD’nin istediği de tam olarak budur zira bunlar gerçekleşirse Türkiye’nin NATO’da kalması artık mümkün olmayacaktır.Ve Türkiye tam olarak Rusya-Çin eksenine itilerek “Hedef ülke” konumuna getirilecektir.
***
Tam da bu noktada Türkiye için en büyük tehlike ABD emperyalizminin “Kucağından” kalkarak, 1946 sonrası S.S.C.B tehdidi ile tüm tavizleri vererek kendimizi ABD’nin ellerine bıraktığımız gibi bu kez de ABD “Tehdit algısı” ve NATO şemsiyesinden olası çıkış sonrası panikle büyük tavizler vererek Rus emperyalizminin “Kucağına” oturmaktır.
Zira unutulmamalıdır ki ABD emperyalizmi ne ise Rus emperyalizmi de odur ve birbirlerinden hiç bir farkları yoktur.
Dolayısı ile Türkiye bu hassas süreçte kendi bağımsız poltikalarını, kendi bölgesel paktlarını kurarak inşa edebilirse bir “Bağlantısız denge politikası” izlemek sureti ile başlatılan “2.SOĞUK SAVAŞ SÜRECİNDE” dış politikasını sağlıklı biçimde ayakta tutabilir hatta bunu bir fırsata çevirerek yıllardır ABD emperyalizminin Türkiye üzerinde kurduğu ekonomik-sosyal-kültürel-siyasi etkiyi silme şansına sahip olabilir.
***
Dolayısı ile Türkiye için ABD’nin “2.SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ” stratejisi son derece kritik bir süreçtir ve bu süreçten hasarsız çıkılmasının anahtarı “Bağımsızlık benim karakterimdir” diyen Mustafa Kemal Atatürk’ün ardından “NE ABD,NE RUSYA TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE!” diyebilecek bir siyasi kadronun iktidara gelmesidir.