Celal Eren ÇELİK
Tarih yaprakları 3 Nisan 1991’i göstermekteydi,
Milli İstihbarat Teşkilatı hareketli dakikalar yaşamaktaydı… Uzun süredir üzerinde çalışılan çok gizli bir rapor tamamlanmıştı. Rapor MİT Müsteşarı’nın masasında durmaktaydı…
Az sonra MİT Müsteşarı’nın verdiği talimat ile bu çok çok önemli rapor devletin ilgili ve “Hassas” aynı zamanda da “Derin” tüm birimlerine iletildi…
Rapor “Fethullah Gülen ve CIA” bağlantılarını saptamış ve tüm detayları ile devletin ilgili birimleri bu önemli “Tehlike” karşısında uyarılmıştı…
Tarih yaprakları 28 Mayıs 2012’yi gösterdiğinde “28 Şubat Soruşturması” kapsamında eski Jandarma Genel Komutanı E.Orgeneral Teoman Koman gözaltına alınıyor ve hemen sonrasında Koman cezaevine konuluyordu.
İşte aynı Teoman Koman 1988-1992 arasına Korgeneral rütbesi ile MİT Müsteşarı olan ve Fethullah Gülen ile CIA bağlantılarını ilk kez devletin resmi kayıtlarına geçiren raporun hazırlandığı dönemde MİT’in “1 Numarası” olan isimdi.
Teoman Koman 28 Şubat soruşturması kapsamında girdiği hapishaneden ancak sağlık durumunun ağırlaşması sonrasında 3 Eylül 2013’te tahliye olacak ama bünyesi ve gururu kolundaki kelepçeyi kaldırmayan Koman tahliyesinden sadece 4 ay sonra 15 Aralık 2013’te vefat edecekti…
***
Şimdi sizlerle tarih yapraklarını 1999’a sarıyoruz…
Dönemin Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral ve ekibi çok önemli, gizli ve kritik dosya üzerinde çalışmaktaydılar. Bu dosya önemli olduğu kadar büyük riskleri de barındırmaktaydı.
Dönemin Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral bu dosya için en güvendiği 3 ismi seçmişti.Bu isimler dönemin İstihbarattan Sorumlu Ankara Emniyet Müdür Yardımcısı Osman Ak, dönemin İstihbarat Daire Başkanı Ersin Dalaman, dönemin Ankara Emniyet İstihbarat Şube Yardımcısı Zafer Aktaş.
Raporun üzerinde :“FETHULLAH GÜLEN VE IŞIK TARİKATI” yazmaktaydı…
Bu rapor FETÖ’nün Emniyet yapılanmasını isim isim,hiyerarşik yapısı ile ortaya koyan ilk rapor olması açısından önemliydi.
Peki 18.03.1999 tarih ve 1820-99 (B.05.1.EGM.4.06.00.06) sayılı GİZLİ yazı ve eklerindeki toplam 79 sayfalık raporda bakalım neler kaleme alınmıştı?
İşte rapordan önemli satırbaşları:
“Fethullah Gülen, hasım cephe(laik cephe olabilir) ile ilgili net bilgiler alıp karşı tedbir geliştirmek için istihbarat faaliyetleri de gerçekleştirmeyi ihmal etmemektedir.Hatta daha ileriye giderek hasmın cephenin önünde yürümenin hizmet açısından şart olduğunu öne sürmektedir”
“Sızmalardan emniyet teşkilatının en çok istihbarat,bilgi işlem,personel birimleri hedef yapılmıştır”
Raporun 2.kısmının “sonuç” bölümünde şu ifadeler yer almakta:
“ÖRGÜT kadrolarına,çeşitli çeşitli vesileler ile nasihatlerde bulunan yeterli “kuvvete” sahip oluncaya kadar,hedefe ulaşmak için,teknik ve taktiklere başvurmasını kendi niyet ve hislerini gizleme yönünde bile mantığını aklını yeterince kullanmaktan aciz bir kişi olduğu anlaşılacaktır.”
Aynı raporun 2. bölüm sonuç kısmının belki de en can alıcı ifadesi geliyor şimdi…
“Önlem alınmakta gecikildiği takdirde,tarih sayfaları arasında kalan Babailer isyanından,Şeyh Bedrettin ve Şeyh Said’e kadar uzanan din görünümlü isyanların belki de en ciddi,en sinsi,en kapsamlı ve en tehlikelisi olabileceğine işaret etmek yanıltıcı bir tahmin olmayacaktır”
(Kaynak:Necip Hablemitoğlu- KÖSTEBEK)
Bu arada FETÖ yapılanmasını ve Emniyet’in hazırladığı bu raporu ilk kez Türkiye’de az önce bizim de kaynak olarak yukarıdaki satırlarda kullandığımız KÖSTEBEK kitabı ile deşifre eden yazar olan Necip Hablemitoğlu da raporun hazırlanmasından sadece 3 sene sonra bir suikaste kurban gidiyordu.
Bu rapor hazırlandığında tarihlerin 18 Mart 1999’u yani 15 Temmuz “Darbe Girişimi”nden tam 17 sene öncesini gösterdiğini yeniden hatırlatalım.
***
Ve bu önemli rapor 19 Mart 1999’da DGM Başsavcısı Nuh Mete Yüksel’e teslim edildi.
Raporun DGM Başsasvcısı Nuh Mete Yüksel’e teslim edildiği 19 Mart 1999’dan sadece 2 gün sonra Fethullah Gülen ABD’ye “Uçtu”… Zira birileri “Hocaefendilerine” haber uçurmuştu…
Ama daha “Büyük film” yeni başlıyordu…
***
Herkes bu raporu hazırlayan Emniyet Müdürü Cevdet Saral ve ekibi sayesinde o zamanki adı ile “Gülen Cemaati”ne büyük bir darbe vurulacağını ve “Cemaatin” tasfiye olacağını düşünüyordu. Ancak bunu düşünenlerin çok yanıldıklarını anlamaları uzun sürmeyecekti.
Ankara’da koridorlar hareketlenmişti, “Tuhaf şeyler” oluyordu…
Bir sabah Ankara Emniyet Müdürlüğü güne büyük bir “Şok” ile gözünü açtı… FETHULLAH GÜLEN VE IŞIK TARİKATI raporunu hazırlayan Ankara Emniyet Müdür Cevdet Saral ve ekibi hakkında İçişleri Bakanlığı soruşturma talimatı vermişti. Suçlama “Yasadışı dinlemeydi”
Cevdet Saral ve o raporu hazırlayan 3 önemli polisin hayatı adeta o günden sonra “Kaydı”… Haklarında 200’e yakın dava açıldı, gazete manşetleri aynı anda ve “Sistematik” şekilde devreye girdi.
Artık onlar Emniyet teşkilatının en saygın ve prestijli polis memurlarından oluşan bir ekip değil “TELEKULAK ÇETESİ”ydiler…
Haklarındaki tüm davalardan aklanmaları 2020 yılının Mayıs ayını buldu…
15 Temmuz sonrasında önemli görevlere atansalar da yıllarca uğradıkları itibar suikastinin bedelini kimse ödemedi.
Cevdet Saral ve ekibinin hazırladığı rapor doğrultusunda DGM’de Fethullah Gülen hakkında dava açan DGM Cumhuriyet Başsavcısı Nuh Mete Yüksel kendisine kurulan bir “Kaset komplosu” ile önce görevden alındı sonrasında ise tamamen tasfiye edildi.
Yıllar sonra bu kumpası FETÖ’nün kurduğunu örgütün en üst düzey isimlerinden örgütün yayın organı sahibi ZAMAN Gazetesi’nin İmtiyaz Sahibi Alaattin Kaya itiraf edecekti…
Dönemin Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral ve ekibi hakkındaki soruşturmayı İçişleri Bakanlığı’na bağlı müfettişler Dr. Cengiz Akın, Cavit Erdoğan, Rıza Yılmaz ve Can Direkçi hazırlamıştı.
Peki bu isimlere ne oldu dersiniz?
Cavit Erdoğan 1999’da bu soruşturmanın ardından hızla yükseldi…2000 yılında Mülkiye Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı oldu. 2008 yılında TBMM tarafından Sayıştay 4. Daire Üyeliği’ne seçildi. En sonunda ise 15 Mart 2016 tarihinde Sayıştay 8.Daire Başkanlığı görevine seçildi.
Rıza Yılmaz bu soruşturmanın ardından terfi alarak “Mülkiye Başmüfettişi” oldu…
Can Direkçi de bu soruşturmanın ardından hızla yükseldi, kariyerinde basamakları hızlıca çıktı. 6 Kasım 2001 yılında İçişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı olarak atandı. Sonrasında ise 22 Aralık 2003 tarihinde Burdur Valisi oldu. İçişleri Bakanlığı’nın 25 Eylül 2006 tarih ve 431 sayılı yazısı ile Karabük Valiliği görevine atandı. Can Direkçi halen “Merkez Valisi”
***
Tarih: 25 Ağustos 2004…
Milli Güvenlik Kurulu toplanmış ve son derece önemli bir toplantı gerçekleştirmişti. Toplantının konusu 1991’de MİT’in, 1999’da Emniyet’in devletin ilgili kademelerine “Uyarılarda bulunduğu” Fethullah Gülen yapılanmasıydı…
MGK’da bu yapılanmaya karşı yurtiçi ve yurtdışında önlemler alınması konusu tartışılmıştı.
Kararnamede imzaları olanlara iyi dikkat edin,özellikle de asker olanlara…
Bu kararnamede ismi bulunan dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek, Hava Kuvvetleri Komutanı İbrahim Fırtına ve Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur Ergenekon ve Balyoz “Kumpas” davaları ile tutuklanacak ve hapse atılacaktı…
Dönemin Genelkurmay Başkanı,Erdoğan’ın “Ağabey” dediği ABD yanlısı Hilmi Özkök’e hiç bir şey olmayacak, tüm arkadaşları tutuklanıp hapse atılırken adeta “Ölüm sessizliğine” bürünen dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman da tek bir gün hapis yatmayacaktı.
Ne hikmetse hapse girenler Milli-Kermalist ve Türkiye’nin silah çeşitliliği konusunda ABD bağımlılığını kırması ve farklı ülkelerden de silah temininde bulunması gerektiğini savunan ekolden, bu soruşturmalarda burnu bile kanamayanlar ise ABD ile son derece iyi ilişkileri olup NATO yanlısı paşalar oluyordu.
Peki memlekette Erhenekon,Balyoz,Sarıkız,28 Şubat adı altında bir “Kumpas” kasırgası eserken ve bu generaller tutuklanıp hapse atılırken TSK’da neler oluyordu.
Aynen “ÇATI İDDİANAMESİ”nden aktarıyoruz:
“…Örgüt ayrıca TSK iddianamesinin tamamını mümkün olan en kısa sürede ele geçirmek maksadıyla, generalliğe terfi için albaylıkta bekleme süresini 4 yıla indirerek henüz şura sırası gelmeyen mensuplarını terfi havuzuna dahil etmiştir.Son olarak,kendisine müzahir elemanların en az bulunduğu 1988 ve daha önceki yıllarda mezun olmuş subayları TSK’dan tasfiye etmek için üç devreyi birden toplu olarak emekli edecek ve hizmet süresini 28 yıla indirecek kanuni düzenlemeleri siyasi otoriteye yaptırabilmiştir.” (İddianame: Sayfa 430)
***
Peki bu MGK toplantısının “Sivil” imzacılarına bakalım…
Abdüllatif Şener… AKP’de “İstenmeyen adam” ilan edilecek, Erdoğan ile ayrı düşecek, partiden istifa edip kendisi parti kuracak ama başarısız olacak en sonunda CHP’den Kılıçdaroğlu kontenjanı ile vekil olacaktı!
Abdullah Gül… 2007’de Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu ama Erdoğan ile arası açıldı… AKP’den tasfiye edildi. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu kendisini 2018’de “Muhalefetin Çatı Adayı” yapmak için son dakikaya kadar uğraştı.Kılıçdaroğlu ile Gül halen sık sık görüşüyorlar. Kılıçdaroğlu halen Gül’ü muhalefetin ortak adayı yapmak için çalışıyor.
Cemil Çiçek…AKP’de “Pasifize edilenler” grubundan… Şu anda kendisine verilen Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu Üyeliği gibi “İşlevsiz” bir unvan ile günlerini geçiriyor…
Vecdi Gönül… 2015 sonrası siyaseten “Pasifize” edildi… Son olarak TÜRKSAT A.Ş Yönetim Kurulu Başkanlığı yaptı…
Abdülkadir Aksu…AKP’nin “Pasifize” edilen bir başka ağır topu… Siyaseten pasifize edildi ama AKP’nin “Yandaşları” finanse ettiği kamu bankalarından biri olan Vakıfbank’a Yönetim Kurulu Başkanı oldu… “Siyasete karışma” mesajı verildi.
Toplantıya katılmadığı için bu belgede imzası olmayan tek isim Mehmet Ali Şahşin…Şahin de AKP’de “Siyaseten tasfiye edildi” Şahin tıpkı Cemil Çiçek gibi “İşlevsiz” Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu Üyeliği görevinde şimdilerde…
***
Evet sevgili okurlar… FETÖ bir “Cemaat” değildi,bir inanç yapılanması ile uzaktan yakından alakası yoktu… FETÖ 1991 sonrasında SSCB’nin yıkılması ile birlikte NATO bünyesinde “ANTİKOMÜNİZM” konseptine göre dizayn edilmiş “GLADİO”‘nun Dünya genelinde şekil ve konsept değiştirip Cemaat ve Tarikatlar üzerinden reorganize edilmesi projesinde Avrupa’da Opus Dei Tarikatı kullanılırken,Türkiye merkezli olmak üzere Orta Asya ve Kuzey Afrika’daki yapılanmasının üzerinden “Taşere” edildiği CIA’nn 20. yüzyıldaki belki de en büyük “Casusluk” organizasyonlarının başında gelmekteydi.
FETÖ “YEŞİL GLADİO” ydu…
Ve “Yeşil Gladio” her yana “Ağlarını sarmıştı”
Ama en önemlisi TSK çökertilerek ABD’nin Ortadoğu ve Kafkaslar politikasında “Rahatsız edici” bir karşı duruş sergilemesinin önüne geçilmesi hedeflenmişti.
ABD’nin Ortadoğu politikalarını kan ve silah ile icra ederken karşısına çıkabilecek güçlü bir TSK en son isteyeceği şeydi.
***
Gelinen son noktada TSK içinde ABD’ye karşı mesafeli tüm üst düzey kadro tasfiye edildi. Işık Koşaner o “ekolün” son temsilcisiydi ve yaşananları hepimiz biliyoruz…
Ortada ilmek ilmek dokunan bir ağ var ama ne hikmetse bu işin “Siyasi ayağına” dokunan yok…
Ve hala bu memlekette FETÖ borsaları kurulabiliyor, başta AKP olmak üzere tüm partilerde ismi FETÖ yapılanması ile yan yana gelmiş kişiler önemli görevlerde, koltuklarda oturabiliyorlar…
“Neden?” derseniz Orta Asya ve Kuzey Afrika’ya bakın derim… Zira FETÖ buralarda son derece güçlü biçimde faaliyetlerine CIA adına devam etmekte…
FETÖ denilen YEŞİL GLADİO aslında “Küreselci kanadın” en önemli silahlarından birisi…
Ve geçtiğimiz günlerde İYİ PARTİ’de Buğra Kavuncu üzerinden yaşanan tartışmaların asıl merkez noktası olan ve herkes olayın FETÖ boyutuna odaklansa da asıl meselenin bizim 2 sene önce kaleme aldığımız gibi “KÜRESELCİLER-MİLLİCİLER” çatışması olduğu bu “Kavga” aslında Türk siyasetinin tamamının dizaynı için de “Derinlerde” ama en şiddetli şekilde devam ediyor.
Bu kavga devam ettiği müddetçe “FETÖ’nün” siyasi ayağına dokunan olmaz…
Zira “YEŞİL GLADİO’NUN AĞLARI” her yerde…
“KÜRESELCİLER-MİLLİCİLER” şeklindeki tasnif çok yanıltıcı olabilir. Has “millici” olduğu halde tefecilik yapan yahut kara para aklayan yığınla kişi var. Veya tam bir “küreselci” olduğu halde tefeciliği, kara parayı tüm kötülüklerin anası olarak gören, bunlarla mücadele eden kişiler var…