CHP Muğla Milletvekili Süleyman Girgin, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda, “Nüfusun en zengin yüzde 5’i dışındaki tüm kesimlerin yoksullaştığı ortadayken Hazine ve Maliye Bakanı, ‘20 yıldır bu ülkede hiç ama hiç kimse beni enflasyonun altında ezdirdiler diyemez’ diyebilmiştir. Ne acıdır ki aynı gün, bankaların 36 ay taksitle kaban ve mont kredisi vereceği açıklanmıştır. Demagojinin lüzumu yok… İşçileri, emekçileri bal gibi enflasyona ezdirdiniz. Bunu TÜİK’in resmi verileri bile saklayamıyor” dedi.
TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda bugün Ticaret Bakanlığı, Helal Akreditasyon Kurumu’nun bütçeleri görüşülüyor.
Komisyonda söz alan CHP Muğla Milletvekili Süleyman Girgin, Türkiye’de uygulanmaya başlanan yeni ekonomi modelini eleştirerek şunları söyledi:
“Ticaret Bakanlığı’nın durumunu konuşabilmek için önce, iktidarın ‘Yeni Ekonomik Model’ olarak adlandırdığı, ancak hiç de yeni olmayan, kısaca değersiz lira-ucuz emek gücüne dayalı ihracat stratejisinden oluşan modelin genel ahvali üzerinde durmak gerekiyor. Bu modelin hiçbir resmi ekonomi belgesinde bu adla yer almadığını da geçerken not etmek istiyorum. Yeni Ekonomik Model’e baktıktan sonra, ticaretin aktörü toplum kesimlerinin genel ekonomik resimlerini çıkartmak istiyorum. Çünkü bunu yapmadan ticaret stratejimizin ne olduğunu anlamak, bunun toplum kesimlerine ne getirdiğini ya da götürdüğünü tespit etmek mümkün değil.
YENİ EKONOMİK MODELİ ELEŞTİRDİ
Yeni Ekonomik Model ile başlarsak; pandemi, küresel ekonomideki tedarik zincirlerinin zayıflığını ortaya koydu. Evet, ticaret kapanınca kapitalist merkezler, ucuz da olsa uzaklarda üretim yapmanın sakıncalarını yaşadı. Buna Ukrayna-Rusya Savaşı da eklenince tedarik zincirleri iyice kırılganlaştı. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, bu sene bütçe sunumunda bunu açıkça dile getirdi; ‘Salgının gecikmeli etkileri, Rusya-Ukrayna savaşı, ticari gerilimler ve diğer bölgesel jeopolitik sorunlar, küresel üretim merkezlerinin Doğu Asya’da yoğunlaşmasının sakıncalarını gündeme getirmiştir. Tedarik zincirlerindeki aksaklıkları azaltmaya yönelik alternatif üretim merkezleri oluşturma çabaları küresel düzeyde devam etmektedir. Mevcut riskler bir yandan yakından takip edilirken bir yandan da bu risklerin Türkiye ekonomisi için yeni fırsatlar getirebileceği hususu hükümetimizce dikkate alınmaktadır’. İşte Yeni Ekonomi Modeli’nin temelinde, pandeminin yarattığı bu yeni küresel koşullardan yararlanma hevesi yatıyor. Bu, başlı başına kötü bir şey değil. Koşullar değişir ve iktidarlar bu değişen koşullardan yararlanır.
Fakat bundan yararlanırken neyi gözden çıkardığınız, hangi yolları tercih ettiğiniz önemlidir. Bu noktayı açalım. İktidar, şöyle bir hesaba girişti; ‘Madem ABD ve AB’ye yakın yeni üretim merkezleri önümüzdeki dönemde revaçta olacak, ben de buna göre ekonomimi yeniden şekillendiririm. Eğer ben kuru yükseltir, dolayısıyla emeği ucuzlatırsam yeni üretim merkezi olmaya güçlü bir aday olurum. Değersiz lira ve ücretleri baskılayarak ucuz emek sömürüsü merkezi olan ülkelere benzeyebilirim. Eğer üretim merkezi olursam da ihracat artar, ithalat azalır, cari denge kontrol altına alınır, böylece kur üzerindeki baskı azalır ve enflasyon da düşer’.
“İTHALAT İHRACATIN KATBEKAT ÜZERİNDE”
Öyleyse Yeni Ekonomi Modeli’nin bir bilançosuna hep beraber bakalım, böyle mi olmuş? Türkiye’nin dış ticaret tablosu giderek kötüleşiyor. Özellikle bu yılın başından itibaren dış ticarette negatif rekorlar birbirini izliyor. Ham madde ve yarı mamul malı, geçmiş yıllara göre daha pahalıya alıp daha pahalıya satıyoruz. Maliyet kaynaklı fiyatlar dolayısıyla ihracatta artış var ancak, enerji fiyatlarındaki yükselişle birlikte ithalatın artışı ihracatın katbekat üzerinde. Son aylarda enerji ithalatındaki azalış, negatif etkiyi sınırlıyor.
Dolayısıyla Türkiye, vazgeçilmez olmayan katma değeri düşük ihracata konu mallarını daha ucuz fiyata ihraç ederken ithalatı her geçen ay daha yüksek fiyatlarla gerçekleştiriyor. Bazı veriler paylaşmak istiyorum, netleştirmek adına. Yıllıklandırılmış bazda dış ticaret açığındaki artış, 1997 krizinden bu yana ilk kez yüzde 138 seviyesinde gerçekleşti. İthalat ilk kez 300 milyar dolar sınırını aştı, üstelik yıl bitmeden. Dış ticaret açığında ilk 10 aylık artış yüzde 168,5’e ulaştı. Ocak-Ekim 2022 döneminde dış ticaret açığı, 91,1 milyar dolarla Cumhuriyet tarihinin en yüksek 10 aylık açık rakamına ulaştı. Dış ticaret açığı, ekimde geçen yılın aynı ayına göre yüzde 400’ün üzerinde artış kaydetti. Dış ticaret açığı, 11 yılın ardından ilk kez 100 milyar doları aştı. En son Temmuz 2011’den Şubat 2012’ye kadar olan dönemde dış ticaret açığı, 100 milyar doların üzerinde seyretmişti.
İhracat fiyatlarının ithalat fiyatlarına oranını ifade eden dış ticaret haddi, 73 seviyesi ile endeks tarihinin en düşük seviyesini gördü. Bu rakam, aynı zamanda ihracatta ucuzluk rekoruna işaret ediyor. Kısacası, ihracat ucuzladı ucuzlamasına ancak tablo olumluya dönmedi. Tersine, devasa bir dış açık sorunu yaşanıyor. Oysa ‘Yeni Ekonomi Modeli’ ya da ‘Türkiye Ekonomi Modeli’, TL’nin değerinin düşük tutularak dış ticarette ve cari dengede fazla verileceği, bu yolla döviz talebinin aşağı çekileceği ve enflasyonun da kontrol altına alınacağı varsayımına dayanıyordu.
“HER ALANDA DERİN BİR EKONOMİK BUHRAN YAŞANIYOR”
Gerçekler, yeni model varsayımlarını alt etti. Zaten 2016 sonrasında ekonomik büyümenin ritmini kaybetmesine neden olan, 2018’den itibaren fantezilerle ülkeyi üç döviz krizine sürükleyen, 2021 sonundan itibaren enflasyona karşı mücadele edilmeyeceğinin ilanıyla ülkeyi son 80 yılın en dik artışlı enflasyonist sürecine sokan, 2016‘dan bu yana emek aleyhine tarihi bir bölüşüm şokunun yaşanmasına neden olan, işgücünün beşte birinin geniş tanımlı işsizliğe demir atmasına neden olan ve dış açıkları tarihi zirvelere taşıyan bir iktidarın yeni bir ekonomik model ortaya koyabileceğini düşünmek bile hayal olurdu. Gerçek şu: Hem iç ticarette hem dış ticarette hem üretici açısından hem esnaf açısından hem de tüketici açısından hemen hemen her alanda derin bir ekonomik buhran yaşanıyor.
“EMEĞİ UCUZLATMA SRATEJİSİ”
Peki bu model neyin pahasına hayata geçirildi? Yoksulluğu derinleştirmek pahasına. Emeği ucuzlatma stratejisinin sonunda bölüşüm nasıl gerçekleşmiş, ona bakalım. 2021 yılında işgücü ödemeleri bir önceki yıla göre yüzde 31,7 artarken brüt işletme artığı/karma gelir yüzde 50,7 artmış. 2022 ikinci çeyrekte ise işgücü ödemeleri yüzde 66,4, net işletme artığı/karma gelir ise yüzde 134,7 artmış. Önce yalın bir gerçeğin altını çizelim: Bu veriler, siyasi iktidarın ‘çalışanları enflasyona ezdirmedik’ demagojisini gözler önüne seriyor. Ezdirdiniz, üstelik resmi enflasyona bile ezdirdiniz. 2021 yılı resmi enflasyonu yüzde 36,1’dir. 2021 yılın brüt işgücü ödemeleri, enflasyonun 4,4 puan altında kaldı. 2022 yılı ikinci çeyrek sonunda resmi enflasyon 78,6’dır. İkinci çeyrekte brüt işgücü ödemeleri, resmi enflasyonun 12,2 puan altındadır. Buna karşılık sermaye kazançları, sırasıyla 14,6 ve 56,1 puan resmi enflasyonun üstündedir.
“İŞÇİLERİ, EMEKÇİLERİ BAL GİBİ ENFLASYONA EZDİRDİNİZ”
Nüfusun en zengin yüzde 5’i dışındaki tüm kesimlerin yoksullaştığı ortadayken Hazine ve Maliye Bakanı, ‘20 yıldır bu ülkede hiç ama hiç kimse beni enflasyonun altında ezdirdiler diyemez’ diyebilmiştir. Ne acıdır ki aynı gün, bankaların 36 ay taksitle kaban ve mont kredisi vereceği açıklanmıştır. Demagojinin lüzumu yok. Zaten siz de Bingöl’de, konuşmanızda enflasyon ortalaması verirken son yılları hariç tuttunuz. Siz de farkındasınız. İşçileri, emekçileri bal gibi enflasyona ezdirdiniz. Bunu TÜİK’in resmi verileri bile saklayamıyor.
Türkiye, ucuz iş gücü ihraç etme iddiasıyla dünyada güçlü bir yere gelemez. Önümüzdeki on yılda, robotlaşmanın ve otomasyon sistemlerinin hızlanmasıyla birlikte iş gücü avantajı da yok olacak. İçinde bulunduğumuz şartlarda Türkiye, sosyal adaletsizliğin zirve yaptığı bir ülke haline gelmiştir. İnsanımız, bunun acısını her gün daha da sert bir biçimde yaşıyor. Türkiye’de özellikle gençler, ekonomik sıkışmışlıktan kurtulmak için kriptopara borsalarına hücum etti ve Türkiye bu alanda dünyada beşinci en büyük pazar haline geldi. Hayal kırıklarıyla dolu bir gençliğimiz var. Artık inovasyonu tüketen bir pazar konumundan inovasyonu üreten bir merkeze dönüşme zorunluluğumuz var. Aksi halde gelişmişlik seviyesinde daha alt sıralara düşmemiz kaçınılmaz. Dünyadaki bu hızlı dönüşüme cevap veren güven ve altyapının sağlanması, Türkiye’nin geleceği için hayati önem taşıyor. Küresel ölçekte yeni ve akıllı bir altyapıyı kurmak zorundayız. Genel Başkan’ımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun ifade ettiği gibi, Türkiye’ye hızla nefes aldırmak ve bu derin krizden çıkmak için temiz yatırıma ihtiyaç var.
UYUŞTURUCU TİCARETİNE DİKKAT ÇEKTİ
Bugün ülkemiz, maalesef kara para kaynakları için cazibe merkezi haline dönüşmüştür. Sokaklarımızda metamfetamin gibi uyuşturucu maddeler kol gezmekte, yabancı mafya ve çeteler birbirini infaz ederek hesaplaşmaktadır. Kara paranın beraberinde getirdiği uyuşturucu, gençlerimizin hayatını ele geçirmektedir. Bu nedenle kara parayı ülkeden kovup acilen temiz yatırımlara yönelmek şarttır. Temiz para gelirse kara para gider. Bu para hem halka iner hem işsizliği bitirir hem uyuşturucuyu sokaklarımızdan söküp atar. Sürüklendiğimiz krizler girdabının tek çözümü budur. Kuracağımız düzende ülkemiz, dünyadaki yenilikçi kaynakları hızla kendisine çeken, refah seviyesinin arttığı, gelirin tabana yayıldığı, sosyal adaletin tüm yönleriyle tesis edildiği bir ülke olacaktır.
“HANGİ YERLİ SANAYİYİ KORUDUNUZ”
Bakanlığınızın görevlerinden biri, yerli sanayinin korunması ile ilgili gerekli tedbirleri almaktır. Sormak isterim; bugüne kadar hangi yerli sanayiyi korudunuz? SEKA özelleştirildi. Ülkede kağıt üretimi tamamen bitti. Kağıt fiyatları dolar bazında belirleniyor. Dolar artınca kitaptan gazeteye, ambalaj için kullanılan karton kutudan tuvalet kağıdına kadar hepsinin fiyatı artıyor. Kağıt sanayiini korumak için bugüne kadar ne yaptınız? 2023 yılı bütçenizde bu sanayiyi korumak için kaç liralık kaynak ayırdınız? Sümerbank özelleştirildi. Kumaş sanayiini korumak için ne yaptınız? 2020 yılı itibariyle pamuk ekim alanları son 30 yılın en düşük seviyesine geriledi.
“PAMUK İTHAL ETTİK”
Dünyada en önemli pamuk üreticisi ülkelerden biri iken bugün yerli pamuk ihtiyacının ancak yüzde 40’ı yurt içindeki üretimle karşılanabiliyor. Yüzde 60’ını ithal ediyoruz ve bu ithalatın payı da her yıl artıyor. 2021 yılında 250 milyon dolarlık pamuk ihracatına karşılık 2,5 milyar dolarlık pamuk ithal ettik. 2023 yılı bütçenizde kumaş sanayiini korumak için kaç liralık kaynak ayırdınız? Yerli sanayi böyle mi korunur? Bir taraftan cari açığı azaltmak için faizi indirip halkın ağır enflasyon altında ezilmesini göze alarak Türk lirası değerini kaybetsin diye politikalar izliyorsunuz, diğer taraftan A’dan Z’ye her konuda ithalata bağımlı bir ekonomi yaratıyorsunuz? Sonuç; ithalatımız ihracattan daha fazla artıyor. Dış ticaret açığı ve cari açık artıyor. Halk her geçen gün daha fazla fakirleşiyor. Bu durumda kim kazanıyor? Sadece faiz lobisi.”