YSK’nın 2011 tarihli ‘seçim’ kararını değerlendiren Murat Sevinç, 14 Mayıs’ta yeni seçim kanunun uygulanamayacağını yazdı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 10 yıllık Demokrat Parti (DP) iktidarının başladığı 14 Mayıs 1950 tarihini işaret ederek “Milletimiz aynı gün, bu darbe şakşakçılarına ‘yeter’ diyecektir” sözleriyle seçim için tarih verdi.
Erdoğan’ın açıklaması Türkiye’de yeni bir tartışmayı başlattı. Seçim kanununda 2022 yılında yapılan değişikliklerin uygulanıp uygulanamayacağı Türkiye gündemindeki ana maddelerden biri oldu.
Doçent Murat Sevinç, Diken’de kaleme aldığı yazıda 14 Mayıs’ta gerçekleştirilecek seçim hakkında kaleme aldığı yazıda yeni seçim kanunun uygulanmasının hukuki olmadığını ifade etti.
Sevinç, “‘Seçim’ ile kastedilen oy verme günü değildir, seçimin ilan edilip seçim hukukunun başladığı tarihtir. İktidar ve kimi muhalifler de diyor ki, “Hayır, seçim ile kastedilen oy verme günüdür.” Neden? İki gündür, YSK’nın 2011 tarihli bir kararına (ki başka kararları da bu hatalı yoruma örnek gösterilebilir) atıf yapılıyor. YSK 2011’de, seçimi ‘oy verilen gün’ şeklinde yorumlamış. Doğru, böyle yorumladı ve yorum yanlıştı. O kararda üç üye ‘karşı oy’ yazarak çoğunluk görüşüne itiraz etti ve o üç üye haklıydı. Bu kadar basit.” değerlendirmesinde bulundu.
Muhalefetin seçim kanunu hakkında tavrını eleştiren Murat Sevinç yazısını şöyle sürdürdü:
Yalan olmasın, benim aklıma gelmemişti, sağ olsun dün bir meslektaşım hatırlattı: “Seçimle kastedilen oy verilen gündür” iddiasında ısrar edenler, örneğin, ‘yurt dışında kullanılan oy’ meselesini nasıl açıklıyor? Yine merak edenler için 298 sayılı seçim yasasını buraya bırakıyor ve 94’üncü maddenin devamını okumanızı rica ediyorum. Seçimden ‘oy verme günü’ anlaşılamaz, buna kuşkum yok; ancak ısrarla ‘oy verme günü’ diyenler, yurt dışında ve havaalanlarında haftalar önce başlayan oy verme işlemini nasıl hesaba katmaz? E hani seçim oy verme gününden ibaretti, onca yurttaş nasıl olup da benim oy vereceğim günden önce oy vermeye başladı, hangi seçim hukukuna göre?
İktidarın neyi neden savunduğu belli, uzun uzadıya gevezeliğe gerek yok. Buna mukabil, muhalif ya da değil, biri konuya ilişkin değerlendirme yapıyorsa, o yorumun anlaşılabilir/makul bir gerekçesi olmalı. Ben ya da aynı yönde düşünen birileri yanılıyor olabiliriz; ayrıca, bazen aynı konuya ilişkin birden fazla görüş/yorum olması da, onların tümünün kabul edilebilir bir yanı bulunması da ihtimal dahilinde. Ancak, karşı çıkanlar kendi görüşlerini ilgili alanın terminolojisine sadık kalarak yazmak/anlatmak, gerekçelerini temellendirmek zorunda. Konu üzerine beş dakika dahi kafa yormadan, uzatılan her mikrofona koşup bir şeyler söyleme hevesinin adı ‘değerlendirme’ değil, ‘ciddiyetsizlik’tir.