CHP’nin Hatay afet koordinasyonunu üstlenen Genel Başkan Yardımcısı Fethi Açıkel, Hatay’a ancak üç günde acil müdahalede bulunulabildiğini belirtti. Açıkel, “Hatay’a gittiğimizde dört bakan oradaydı. Maalesef herkes Cumhurbaşkanı’nın ağzından çıkacak bir kelimeye ve direktife baktı” dedi.
Kahramanmaraş merkezli iki büyük depremin ardından CHP Genel Merkezi’nin görevlendirmesiyle Hatay’a giden ve sekiz gün Hatay’da kalan, CHP’nin Hatay afet koordinasyonunu üstlenen Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Açıkel, T24’ten Eray Görgülü’nün sorularını yanıtladı.
CHP’nin Hatay afet koordinasyonunu üstlenen Genel Başkan Yardımcısı, İstanbul Milletvekili Fethi Açıkel, Hatay’a ancak üç günde acil müdahalede bulunulabildiğini belirterek, “Hatay’a gittiğimizde dört bakan oradaydı. Maalesef herkes Cumhurbaşkanının ağzından çıkacak bir kelimeye ve direktife baktı. Çaresizlik içinde birbirinin yüzüne bakan kolektif yönetim zafiyeti ile karşı karşıya kaldık” dedi.
Açıkel, Hatay’da en çok duydukları cümlelerden birisinin, “Devlet nerede” sorusu olduğuna dikkati çekti. Açıkel, OHAL kararı ile ilgili de, “Kurumlar ve altyapı çöktüğü için OHAL ilan etmek zorunda kaldılar. Her şeyden önce gerekli yatırımlar ve planlamalar yapılmalıydı. Çünkü uygar bir ülkede deprem yönetimi için OHAL kararına gerek duyulmaz” diye konuştu.
Açıkel’e yöneltilen sorular ve yanıtları şöyle:
– CHP olarak ne zaman harekete geçtiniz, deprem bölgesine ne zaman vardınız?
6 Şubat Pazartesi sabahı depremden hemen sonra, çok erken saatlerde tüm MYK üyelerimiz olağanüstü toplantıya davet edildi. Çok kısa bir zaman içerisinde Ankara’daki tüm kadrolarımız genel merkeze geldik. Genel Başkanımızın başkanlığında çok hızlı bir MYK toplantısı yaptık. Sabahın erken saatlerinden itibaren, depremden etkilenen illerle ilgili bilgi akmaya başlar başlamaz, görevlendirmeler de yapıldı. Ben de aile ve köklerim itibariyle Hataylı olmam ve ilin coğrafyasını tanımam hasebiyle Hatay’la görevlendirildim.
Sonrasında karayolu ile hızla yola çıktık. Ankara-Niğde otoyolu boyunca yolda birtakım aksaklıklar vardı. Yolda çok yoğun kar yağışı olmamasına rağmen, Niğde Otoyolu boyunca ve benzeri bir biçimde Konya-Pozantı bağlantı yollarında kar küreme ve tuzlama çalışmalarının yetersizliği nedeniyle yoğun tıkanıklıklar, trafik kazaları, beklemeler vardı. Yani ihmal ve eksikliklerin daha afet bölgesine gitmeden başladığını gözlemledik.
AK Parti hükümeti ve bürokrasi, karayolu yardımlarının ulaşması için ana arterlerin açık tutulması gereken günlerde, çok ağır olmayan bir kar yağışında bile, ülkenin ana karayolu ulaşımını açık tutmakta zorlandı. İlk 24, hatta 36 saatte ciddi kurtarma personeli ve ekipman gecikmelerine neden oldu. Zira biliyorsunuz, Hatay Havalimanı da depremde ortaya çıkan pist yarıkları nedeniyle, kullanılamaz hale gelmişti. Dolayısıyla hem kara hem hava ulaşımında sıkıntılar yaşandı.
– Bölgeye vardığınızda nasıl bir tablo bekliyordunuz, nasıl bir tablo ile karşılaştınız?
Durumun, kamuoyuna yansıdığından çok kötü olduğunu iletişim kurabildiğimiz yakınlarımızdan ve bölgedeki bağlantılarımızdan biliyorduk, ancak yıkımın trajik boyutları ve ağır insani tablo sahaya ulaşınca netleşti. Karanlık tam bastırmadan ilk olarak Hatay İl Jandarma Komutanlığı’nın bahçesinde oluşturulan kriz masasına intikal ettik. Orada jandarmanın binaları dahi yana yatmış, kullanılamaz durumdaydı. Daha sonra valiliğin, belediyenin, ildeki AFAD binasının da dahil olduğu çok geniş bir kamu binaları listesinin kullanılamaz hale geldiğini öğrendik.
Burada daha vahim sayılabilecek bir planlama hatası örneği olarak, daha geçtiğimiz 10 yıl içinde alüvyon Amik ovasının ortasına inşa edilen Hatay Araştırma Hastanesi’nin de hizmet veremeyecek biçimde hasar görmüş olmasıydı. Dolayısıyla CHP ekibi olarak biz pazartesi akşamı Antakya il merkezine ulaştığımızda Hatay elektrik kesintisi nedeniyle gözleri görmeyen, haberleşme kesintileri nedeniyle kulakları işitemeyen ve konuşamayan bir il konumundaydı. Elektrikler, sular kesilmişti, telefonlar çekmiyordu. Ulaştırma, haberleşme ve sağlık altyapısı çökmüş bir halde Hatay’daydık.
Ancak daha da vahimi şok, çaresizlik ve şaşkınlık içerisinde birbirinin yüzüne bakan ve ne olduğunu anlamaya çalışan, fakat ne yapacağını bilmeyen bir kolektif yönetim zafiyeti ile karşı karşıya kaldık. Bu yönetim zafiyeti depremden sonraki 3-4 gün boyunca devam etti. Hatay ilinin tüm sivil-asker kamu kadroları ve belediye kadroları depremin altında kalmıştı; deprem şokunun yarattığı kaos ve acil eylem planlarını uygulama noktasında oldukça zorlandı. Burada sanırım CHP olarak bizler ve belediyelerimiz başta olmak üzere, il dışından gelen kamu ve gönüllü kadroların, belediye ve gönüllü kurtarma ekiplerinin ve araç-gereç konvoylarının kente ulaşmaya başlamasıyla maalesef ve ancak üç-dört gün sonra, acil müdahale noktasına gelinebildi.
– Muhalefetin deprem sonrasında yürütülen arama-kurtarma çalışmaları ile ilgili getirdiği en büyük eleştiri “koordinasyonsuzluk” konusunda oldu. Bölgede nasıl bir koordinasyonsuzluk var ve sizce bu neden kaynaklandı?
Kamu kurum ve kadrolarının, tıpkı çöken altyapı gibi, neredeyse tamamen işlemez duruma geldiği, şoku atlatamadığı, toparlanamadığı, telefonların ve internetin çekmediği, elektriklerin tamamen kesik olduğu, hem karayolu ile hem de havayolu ile ulaşılamaz hale geldiği bir kent durumundaydı Hatay ilk birkaç gün. Yıkıntıların arasında yalıtılmış ve kendi haline yalnız bırakılmış tam bir enkaz halindeydi. Dolayısıyla yıkıntılar içinde çaresiz kalmış bir hükümet zihniyetini ve şoka girmiş bir kamu personeli mevcudiyeti gördük orada.
– Hatay’a gittiğinizde bakanlar gelmiş miydi, hangi yetkililer vardı ve neyi eksik yaptılar?
Pazartesi akşam saatlerinde Hatay’a ulaştığımızda bazı bakanlar da il koordinasyonunda, konteynerde idi. Ancak öncelikle şunu ifade etmek gerekir sanırım. Yıllardır Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, Türkiye’de karar alma süreçlerini ve etkinliği hızlandıracak iddiasıyla kamuoyuna telkinde bulunuldu. Fakat son deprem somut olarak bizlere gösterdi ki, başkanlık sistemi bakanları doğrudan cumhurbaşkanına bağımlı kılıp, görev tanım ve sorumlulukları dahi izne bağlandı. Cumhurbaşkanlığı ve bakanlık hiyerarşisi tepeden tırnağa kişisel direktife bağlı hale geldi; bu yüzden afet durumlarında özellikle ilk birkaç günde otonom çalışması gereken tüm kamu karar alma mekanizmaları tel tel döküldü.
Bakanlıklar arasında iletişimin kopuk olduğu, uyumun olmadığı, kurumlar arasında iş bölümünün net tanımlanamadığı, kurumlarımızın uyum içerisinde çalışamadığı dört günlük bir zaman dilimine tanık olduk. Hatay’a gittiğimizde Sağlık Bakanı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, Tarım ve Orman Bakanı ile Milli Savunma Bakanı oradaydı. Bakanların aralarında bulunduğu çevre illerin valilerinin görevli olduğu ve milletvekillerinin de gidip geldiği bu süreçte maalesef herkes Cumhurbaşkanı’nın ağzından çıkacak bir kelimeye ve direktife baktı. Bakanlar, inisiyatif alamadı, sanırım ‘yanlış bir şey yaparsam azarlanır mıyım?’ korkusu baskın duyguydu.
Yani afet durumuna uygun bir kurallar, stratejiler ve acil eylem planı çerçevesinde değil de, direktiflere riayet ederek en düşük siyasi maliyetle bu krizi atlatma psikolojisiyle hareket ettiklerini düşündürdü bize tanık olduklarımız. Maalesef bu bağımlı siyasi ve kamu mekanizmalarının faturasını deprem mağduru yurttaşlarımız ödemek zorunda kaldı.
– İlk gün, Hatay’a yardım ekipleri hiçbir şekilde ulaşamadı mı?
Hatay’da sağanak yağış vardı. Yağış altında bir buçuk gün karanlıkta susuz bir şekilde yardım ekiplerinin Hatay’a varması beklendi. Adana’ya uçakla gelen acil kurtarma ekipleri kendileri Hatay’a ulaştılar fakat ekipmanlar ulaşmadı.
Bazı durumlarda ekipman geldi, personel gelemedi. Bazı durumlarda da ne personel ne ekipman gelebildi. Koordinasyonsuzluk ve lojistik gecikmeler yüzünden vatandaşlarımız günlerce enkaz altında ilk müdahaleyi ve yardımları bekledi.
– İktidar, iki depremi, “yüzyılın felaketi” olarak nitelendiriyor ve arama-kurtarma sürecindeki aksamalarla ilgili eleştirileri de “siyasi” olarak değerlendiriyor. Dediğiniz gibi karar alma süreçleri daha hızlı olsaydı, ortaya çıkan bilanço daha hafifletilebilir miydi?
Doğru kararları alabilmek için, önce gerekli kurumsal kapasiteye sahip olmak ve doğru kadrolarla harekete geçmek gerekir. Kamu öncelikle durumu anlayamadı, algılayamadı. 1999 depremlerinden gerekli hiçbir dersi çıkarmamış bir hükümetin bakanlarının gücü de aynı ölçüde, düşük kapasite arz edecektir.
Mevcut başkanlık sisteminin her noktada şahsi onay isteyen, her noktada danışılmayı bekleyen yapısı yüzünden de kurumsal kriz katlanarak devam etti. Bizim üzülerek gözlemlediğimiz ve tüm uyarılarımıza rağmen acı içinde ispat olan bir gerçek şu. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 1999 depreminden sonra Türkiye’nin tümü için gerekli olan ve oluşturulan maddi kaynakları, temel afet stratejileri için kullanmadığı ortaya çıktı. Türkiye depreme kurumsal altyapısı çok zayıf bir şekilde yakalandı. Ve bizim Antakya sokaklarında, Defne’de, Samandağ’da, Kırıkhan’da, İskenderun’da en çok duyduğumuz cümlelerden birisi, ‘Devlet nerede’ sorusuydu.
– Gördüğünüz eksiklikleri nasıl sıralarsınız?
Birinci aşama planlama eksikliği, ikinci aşama koordinasyonsuzluk, üçüncü aşama da AFAD, Kızılay gibi kurumlarda kadroların sayıca yetersizliği ve tecrübesizliği. Bütün bu eksikliklerle yaklaşık 25 yıllık kentleşme ve imardan, telekomünikasyon ve afet yönetimine kadar kötü altyapı yönetimi birleşince facianın boyutları büyüdü. Eksikliklerin en üst aşamasında ise, deprem ülkesi olan Türkiye’de üst yönetimin 25 yıllık öngörüsüzlüğünden kaynaklanan çok katmanlı bir kriz yaşadık.
– Siz deprem bölgesinde ne yaptınız, CHP kurumsal olarak nasıl bir katkı sağladı?
Birinci gün öğleden sonradan itibaren genel merkezimizin koordinasyonunda belediyelerimizden, partimiz merkez kadrolarından, il ve ilçe başkanlıklarından büyük bir şekilde yardım ve destek organizasyonu başlatıldı. Depremden etkilenen tüm illere genel başkan yardımcıları koordinatör olarak atandı. Büyük bir kriz masası kurduk ve afete müdahale sürecini başlattık. Genel Başkan Yardımcımız Seyit Torun’un koordinasyonunda yerel yönetimlerin koordinasyonu için bir kriz masası kuruldu.
İl ve ilçe başkanlıklarımızın koordinasyonunu da Genel Başkan Yardımcımız Oğuz Kaan Salıcı ve Genel Sekreterimiz Selin Sayek Böke yürüttü. MYK Hatay koordinatörü olarak ben, genel merkez ekibimizden Veli Özdemir ve Ömer Koçak kriz masası koordinasyonuyla iletişim mekanizmalarını kurduk. Yardım konteynerlerinin, sağlıkçıların, iş makinelerinin hızla kullanılabilir hale getirilmesi için de gerekli altyapıyı hazırladık.
Hızla belediyelerimizden gıda, su, temizlik malzemesi ve sınırlı sayıda da olsa çadır temin ettik. Felaketin bilançosu zaten çok ağır, kayıplarımız çok büyük ama, ilk andan itibaren belediyelerimizi, örgütümüzü ve gönüllüleri harekete geçiren acil eylem planı yürürlüğe girmeseydi, kayıplar ve zafiyet, şimdi olandan çok daha büyük olurdu.
– OHAL kararı gerekli miydi?
Her şeyden önce planlama gerekliydi. Eğer devletin altyapısı, AFAD, Kızılay, bakanlıklar 25 yıl boyunca alması gereken tedbirleri alsalardı ne bu kadar insan kaybı olurdu, ne de bu kadar kurumsal çöküntü yaşanırdı.
Kurumlar ve altyapı çöktüğü için OHAL ilan etmek zorunda kaldılar. Bize göre OHAL ilan edilmemeliydi, her şeyden önce gerekli yatırımlar ve planlamalar yapılmalıydı. Çünkü uygar bir ülkede deprem yönetimi için OHAL kararına gerek duyulmaz.