TEMEL BORGA BUDAK
Avrupa’nın kaderini belirleyeceği öngörülen Fransa seçimlerinde Ulusal Birlik Partisi Başkanı Le Pen’in gösterdiği başarı, İtalya’da Lig partisi lideri Matteo Salvini’nin ve Hollanda’da ırkçı Özgürlük Partisi lideri Geert Wilders’in tepkisel-öfkesel bir döngüyle her geçen gün güçlenmesi muhafazakar yazar Richard Art Viguerie tarafından 1960’lı yıllarda politik literatüre kazandırılan ‘Yeni Sağ’ kavramını yeniden siyaset biliminin gündemine taşıdı.
Siyaset bilimciler tarafından Faşizm veya Nasyonal Sosyalizme dönüşme ihtimalinin ihmal edilemeyecek kadar yüksek olduğu değerlendirilen bu yeni politik akım ekonomik krizin başta orta-direk olmak üzere tüm sosyolojik hatları sarstığı Kıta Avrupasında “Milliyetçi-Muhafazakar” eksen etrafında kendini oldukça güçlü bir şekilde konumlandırıyor.
Le Pen’in seçim kampanyasının merkezinde yer alan vaatlerine bir göz atalım;
– Göç konusunda yeni yasa çıkarmak ve referandum düzenlemek,
– Yabancıların ülkeye girişlerinin kontrol edilmesi ve sınırlandırılması,
– Ciddi suçlara karışmış ve kamu düzenini tehdit eden yabancıların sınır dışı edilmesi,
– Ülkede doğanlar için bazı şartlarda verilen vatandaşlık hakkının iptal edilmesi,
– Bir yıl çalışmayan yabancıların oturum hakkının iptal edilmesi
Bu vaatlerin size oldukça tanıdık geldiğini düşünüyorum.
Fransa’nın göçmen yapısı ile ülkemizi büyük bir darboğaza sokan geçici koruma statüsündeki sığınmacılar’ arasında sosyolojik, niteliksel ve niceliksel olarak büyük farklılıklar olduğu şüphesiz bir gerçek. Özellikle Kuzey Afrika’daki sömürgelerinden yoğun bir göçmen trafiğine maruz kalan Fransa ‘düdüklü tencere’ olarak tanımlanan gettolaşmanın etkisini yoğun bir şekilde hissederken biz daha bu gerçeklikle tam anlamıyla yüzleşmedik.
Bu noktada bir ara başlık açmamız gerekiyor; medeniyet ve kapasite etrafında şekillenen savunmalar bu tartışmanın konusu değil bunu belirtmek zorundayız. Amerika’nın yükselişinde veya Almanya’nın yeniden bir ekonomik güç olarak kendini konumlandırması sürecinde gözlemlediğimiz kapasite yaratabilme yeteneğinin bu bağlamda yeri yoktur, olamaz.
Daha net bir örnekle ifade edecek olursak; Almanya’nın vatandaşlarımızı işçi olarak kabul etmesi kapasite tartışmasının bir alt başlığı olarak ele alınabilir. Fakat günümüzde yaşanan ve küresel ölçekte sorunlara yol açan göçmen/sığınmacı/mülteci meselesi ile bu özel durumu karşılaştırmak en kibar ifadeyle abesle iştigal olur.
Aslen durumu en gerçekçi yaklaşımla burjuvazinin kendi suretinden yeniden yarattığı dünyada, küreselleşmenin etkilerini yeni yeni hisseden toplumların vahşi gerçeklerle acı yüzleşmesi olarak tanımlayabiliriz. Sınıfların yıkıldığı, toplumsal rollerin kaybolduğu ve kartların yeniden dağıtıldığı bu süreç geniş kitlelerde büyük bir öfkenin açığa çıkmasına sebep oluyor.
İşte Ümit Özdağ tam bu noktada farklı coğrafyalardaki yeni sağ liderlerinin başarıyla uyguladığı gibi öfkeyi yalın ve güçlü bir mesaj etrafında birleştirerek tüm enerjiyi tek bir öteki üzerinde yönlendiriyor. Ve suçlu arayışında olan geniş kitleleri tek mesaj etrafında, sürekli tekrar yöntemiyle hedefe yoğunlaştırabiliyor. Bir siyaset profesöründen beklenen performansı tam olarak yeni sağ popülist yaklaşımının sağladığı konfor alanına yerleşerek gösteriyor.
Peki NATO konusunda Ümit Özdağ, Le Pen ve Trump’tan neden ayrışıyor?
NATO’nun askeri kanadından çıkma vaadiyle Avrupa’yı titreten Le Pen’in bu söylemine neden ortak olamıyor? Veya tarikatlar söz konusu olduğu zaman bu sorunu neden kentleşmenin sonucunda ortaya çıkan sosyolojik bir soruna indirgemek ile yetiniyor?
Bu soruların tek bir cevabı var; o da yeni sağın küreselcilerin ekonomik, politik ve iletişim gücü karşısındaki çıkmazları olarak tanımlayabiliriz. Muhtemelen, Macron etrafında kenetlenen Atlantik ittifakının liberal bileşenlerinin çoktan kaybeden bir müttefiki yeniden diriltildiğinin farkındalığı sonucunda cephe genişletilmek istenmiyor.
Sağ popülizmin doğrudan kitlesel öfkeden beslendiğini gerçeğini yeniden hatırlayalım.
Kümülatif hataların, bilinçli tercihlerin ve hayalci politikaların sonucunda 10 milyonun üzerinde geçici sığınmacı, kaçak göçmen beslemek zorunda kalan bir Milli devletin egemenlik sahasında derin ekonomik krizlerin, kültürel çatışmaların ve güvenlik sorunlarının yaşanacağını öngörmek için siyaset bilimi fakültesinde toz yutmaya ihtiyaç olmasa gerek.
Ortalama bir siyasi aklın ön görebileceği bu gerçekliğin büyük bir toplumsal öfkeye evrileceği de tarihten veya günümüzden muhtelif örneklerle rahatlıkla gözlemlenebilir. Bu öngörüler yeni sağın popülist liderleri için en çok aranan ortam olsa dahi tek başına yeterli değil.
Bu akımın mutlaka bir ‘Goliath’ bulması gerekir. Amerikan seçimlerinden örnekleme yaparsak; Trump’ın Golyatı doğrudan rakibi olan Clinton veya Biden değildi. Trump demokratlara yüklenirken bilinçli bir strateji dahilinde Amerikan toplumunun Obama öfkesini kullandı.
Ve bu öfkeyi siyasi elitler (kurulu düzen), CNN (fake news), küreselleşme nefretiyle destekledi.
Yaz aylarında seri videolar ile sallanan ve büyük öfkenin merkezine yerleşen Süleyman Soylu, Özdağ için muhtemelen bir numaralı tercihti, en ideal Obamaydı. Doğrudan ve dolaylı olarak Soylu’nun merkezine uyguladığı düzenli politik baskının sonucunda Golyat’ını mindere çekti.
Ümit Özdağ güçlü mesajıyla yüklenmeye devam ederken, Süleyman Soylu’da iktidar olanaklarının kendisine sağladığı tüm güçle faşizm ve ırkçılık üzerinden cevap verecektir.
Siyasi elitlere, merkez medyaya ve kurulu düzene sert salvolar izleyeceğiz.
Sığınmacı meselesinin kısa/orta vadede tamamen çözüleceğini gerçekçi verilerle öngöremediğimiz için sonuç ne olursa olsun, gün geçtikçe sertleşmek zorunda olan bu yeni akımla birlikte yaşamayı öğrenmek ve bu topraklarda bir ilki yaşamak durumunda kalacağız.
Bu sürecin mutlak kaybedeni şüphesiz küreselleşmenin panzehiri olan Atatürk politikalarına en çok ihtiyaç duyulan günlerde, siyaset biliminin gerçeklerinden uzaklaşıp, 10 Aralık ekibinin neo-liberal politikalarına teslim olarak her geçen gün rakibine daha çok benzeyerek kazanabileceği gibi saçma bir fikir etrafında birleşen muhalif ittifakın kurucu lideri olacak.
Çoklu belirsizlik sürecinde bizleri bekleyen tek kesinlik budur.
Güzel ve aydınlatıcı bir yazı, CHP’nin kesin kaybeden olduğu konusuna tamamen katılıyorum. Batı kafasından ayrıldığımız çok nokta var. Fakat popülizm konusunda da benzeştiğimizi düşünüyorum. Seçimlere kadar bakalım daha neler göreceğiz? 10 milyon sığınmacı beka sorunumuzdur.
Çok güzel ve açıklayacı bir yazı olmuş. Siyasi durum çok güzel özetlenmiş
Ümit Özdağın gerçek bir vatansever olduğunai olan inancım tam. Ülkenin geleceğinde pay sahibi olacaktır.
Gündemi iyi analiz etmişsiniz sizi severek okuyorum başarılar diliyorum.
Detay detay anlatılmış. Vaadler hep var ama yapılır mı onu zaman gösterecek. Umarım herkes için doğru olan uygulanır.
Son derece hassas konularda yazdığınız bu değerli yazı için çok tşk ederim. Gerçekten inanılmaz bir bakış açısı ile Avrupa siyaseti hakkında çok güzel bilgiler aldım.
İradeyi her zaman halk belirledi öyle de olacaktır,yazınız gayet aydınlatıcı teşekkürler eski hükümler aynen geçerli ola diye atalamız boşuna dememiş…
Fransa ve göcmen yapisi hakkinda kesinlikle katiliyorum
Yeni yasal düzenlemeleri fazlasıyla merak ediyorum.Özellikle göç konusunda konuya daha fazla dikkat edilmesi gerekiyor.Paylaşımınız çok açıklayıcı ve bilgi akışı açık bir yazı olmuş teşekkür ederiz.Hergün yeni yasal düzenlemeler geldiği gibi yeni kurallarda çıkıyor.
gerççekten çok beğendim elinize sağlık
Sayın Ümit Özdağ milliyetçi kişiliğiyle tanıdıgım bir siyasi. Bir an önce tüm mülteciler ülkesine gönderilsin istiyorum.
Ben siyaset konusunda biraz tarafsız duruyorum ama le pen vaadleri elbette tanıdık geldi. Sığınmacı konusu ülkemizde büyük bir sorun bence hemen çözülmeli
Ben belirsizlik olacağını düşünmüyorum. Geri dönüş için çalışmalar daha önceden vardı şimdi yürürlüğe koyuldu. Geri dönüşleri hem hızlandırıp hem düzene koymakla ülkemizin menfaatini sağlamış oluruz.
Çok güzel çok bilgi verici bir yazı olmuş ellerinize sağlık böyle yazıların devamı gelsin 🥰🥰
Temel bey merhaba, daha önce yaptığım yorumumu burada gözden geçirerek yayımlıyorum. Öncelikle, popülizm bir yaklaşım mıdır yoksa sinsi bir leke sürme yöntemi midir? Ben şimdiye kadarki siyasi tarih okumalarımda hiçbir solcuya popülist dendiğini duymadım. Gereksiz, yanlış ve art niyetli popülizm derken popülizmin iflah olmazcasına adeta ‘joker’ bir kavram olarak kullanılmasını kastediyorum. Popülizm halkçılık demektir ama bizde halkçılık ilkesindeki içeriğiyle kullanılmaz. Evet Ümit Özdağ’ın geldiği ülkücü gelenek ortadadır ve bu bir şeref olmalıdır. MHP ile yollarını ayırmış ve aslında o mafyacılıkla özdeşleşmiş sağ zihniyetten uzaktır (S.S ile yaşadığı polemik de bahsettiğiniz gibi stratejik bir hamle olmalıdır). Bu anlamda ‘yeni’ bir sağdan söz edebilmemiz neden mümkün olmasın? Sol kendini ilkeler bazında ‘revize’ ediyor da bizde sağ söz konusu olunca neden dogmalar üzerinden hareket ediyoruz? Bunlar sormamız gereken sorulardır. Bir de siyaset profesörü ile bir siyasetçi aynı tonda ve bakışla mı konuşur demişsiniz. Evet çoğunlukla konuşmaz ve normalde akademisyenler, aydınlar halkın seviyesine inmekten ziyade onu yanına çekmelidir. Şimdi bir soru daha: Ümit Özdağ, bu anlamda, halkçı mıdır yoksa ucuz mudur? Benim şimdilik diyeceklerim ve itirazlarım bunlardır. Saygılarımla…