Celal Eren ÇELİK
Türkiye gündemin bir gün içerisinde bazen 4-5 defa değişebildiği, her an farklı dinamikler ile farklı konuların konuşulduğu ancak temelde en önemli sıkıntı olarak kendi günlük/kısa vadeli siyasi ve ekonomik ve hatta bazen oldukça sığ ve kısır tartışmalarından dolayı orta ve uzun vadeli projeksiyonların tartışılmadığı/tartışılmadığı ve “Tartıştırılmadığı” bir ülke maalesef.
Bu konulara kafa yoran, ekonomik-askeri-stratejik-politik alanda en azından bu kaotik ortamda orta vadeli projeksiyonlar için fikir üretenler az sayıdaki isim ise “Şimdi bunların zamanı mı?” “Biz şu durumları bir düzeltelim hele” gibi tepkiler ile adeta “Günlük tartışmaların içerisinde kalmaya” itiliyor, hatta buna bir yerden sonra mecbur bırakılıyor.
Oysa Türkiye gibi jeopolitik-jeostratejik-eko politik anlamda küresel çapta “Stratejik öneme sahip” bir ülkeyseniz öyle günlük siyasi/ekonomik tartışmalar, polemikler üzerinden gününüzü gün edemezsiniz. Böyle bir lüksünüz olmadığı gibi orta ve uzun vadeli stratejik planlar ve alternatif simülasyonlar ile bu simülasyonlardaki senaryolara karşı vereceğiniz refleksleri belirlemez ve her bir senaryoya uygun alternatifli hazırlıklar yapmazsanız bu sizin gibi “Stratejik ülkeler” için önünde sonunda bir felaket olur.
Hani hep diyoruz ya “Burası İsveç,Danimarka,Norveç değil” diye… Evet bizden kat be kat az hatta kimisinin “Stratejik” olarak hemen hiç bir önemi olmayan (Rusya’nın olası bir İskandinav işgali gibi ekstrem bir durum olmadıkça) bu ülkelerin hepsinin orta ve uzun vadeli stratejik planlamaları var ama bizim gibi “Küresel Stratejik” öneme sahip, “Coğrafyası kaderi” olmuş hem de çok da iyi manada bir kader olmayan bir ülke olarak biz hala günlük tartışma ve polemikler dışında bir orta ve uzun vadeli stratejik planlama geliştirebilmiş değiliz.
Ya da geliştirdik ama o çok muhteşem ve her biri ayrı stratejik deha (!) olan siyasetçilerimiz birbirini yiyerek günlük polemik kotalarını doldurup kendi “Takım tutar gibi parti tutan fanatik kitlelerini” tatmin etmekten fırsat bulup da bunu bize gösteremediler.
Bu yazı dizimizde biz işte tam da bunu yapacağız… Küresel dengelerin fotoğrafını çekeceğiz, Türkiye’nin bu fotoğraftaki yerini irdeleyeceğiz, olası bir “Büyük Savaşta” küresel çapta hamleler nerede nasıl olur, hangi ittifaklar kurulur,2. Dünya Savaşı’na göre bu büyük emperyal paylaşım savaşında değişiklikler neler olur, Türkiye bu ateş kıskacında kendisine yeni bir alan ve fırsat yaratabilir mi gibi pek çok soruyu cevaplamak için masaya yatıracağız. Ve kısır, sığ, günlük siyasi polemikleri ve tartışmaları bırakarak en azından 10 yıllık bir perspektifte olaylara bakma ve vizyon koyma noktasında sizler ile görüşlerimizi paylaşacağız.
Neyse efendim daha fazla bu peşrevi uzatmayalım ve yazı dizimizin ilk bölümüne geçelim… İşte başlıyoruz… Sizler hazırsanız biz de hazırız. Çayı kahveyi kapan gelsin…
***
Şimdi efendim bugünü bırakıp geleceğe doğru bir “Projeksiyon” yapacağız iyi güzel de, işin en önemli tarafı “Bugünün küresel dengelerini” anlamadan “Yarın için” bir projeksiyon yapılıp, o projeksiyonda Türkiye’nin olası avantajları, dezavantajları gibi hususları ortaya koyamayacağımız gerçeği.
O halde gelelim günümüz Dünya’sının “Küresel dengelerine” dair fotoğrafını çekme aşamasına… Ancak bundan sonraki 2-3 paragrafı da dikkatlice okumanızı rica edeceğiz zira yazının bundan sonrasının çok daha sağlıklı anlaşılabilmesi açısından bu 2-3 paragraf son derece önemli.
Öncelikle belirtelim ki Dünya bariz bir şekilde “Hareketlilik” yaşamakta. “Küresel aktör” konumundaki devletler bizzat “Sahaya inmeleri oldukça muhtemel” senaryo öncesinde bir yandan vekalet savaşları konsepti ile bir yandan da ekonomik-sosyal operasyonlar ile (SOROS destekli renkli devrimler, Arap Baharı gibi) öncelikle bizlere bir “Fragman” izletirlerken aslında kendileri açısından “Sahaya indikleri zaman şartların en uygun olduğu zemine ayaklarını sağlam basmak” adına altyapıyı sağlıyorlar.
Şimdi efendim az önce bahsettiğimiz “Küresel hareketlilik” ve bir sonraki evresi olacak “Küresel güçlerin alana inmeleri” durumu son 2-3 yıldır çok daha yüksek sesle dillendirilen “3.Dünya Savaşı” ile ilgili pek tabii ki.
Lakin ben 3. Dünya Savaşı’nın öyle kolay kolay çıkabileceğine ihtimal vermiyorum. Zira ne 2.Dünya Savaşı’nın büyük yıkımını yaşamış Avrupa, ne Vietnam-Irak-Afganistan sonrasında travma yaşamış ABD kamuoyunu sonuçları çok çok yıkıcı olacak, ne kadar süreceği belli olmayan bir savaşa öyle kolay kolay ikna edemezsiniz.
Hele ki bu ülkelerin vatandaşlarının bugünkü refah seviyesi 2.Dünya Savaşı döneminin fersah fersah ötesindeyken kimse bu rahatını bozup da “Dünya demokrasisinin koruyuculuğunu yapacağız” “Özgür Dünya’nın savunucusu ABD” masalları ile kalkıp koştur koştur cepheye ölmeye gitmez.
Bu bağlamda benim şahsi düşüncem Dünya’nın zaman zaman “Bölgesel çatışmaların” “Vekalet savaşları konsepti” üzerinden yoğunlaşacağı, sürekli bir diplomatik gerginlik ve “Tetikte olma” halinin hakim olacağı yeni bir “Soğuk Savaş” dönemine gireceğine hatta girmeye başladığı yönünde.
Tabii ki yaşanacak bu “Soğuş Savaş” sürecinin ana temel unsuru ise tıpkı 1. ve 2. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi “Emperyal ekonomik paylaşım savaşı”
***
Evet şimdi “Yazının devamı için okunması gerekli 2-3 paragrafı” da yazdıktan sonra “Gelecek adına projeksiyon yapmak için” günümüz “Küresel Dünyasının Fotoğrafını Çekme Zorunluluğumuzu” yerine getirebiliriz.
Az önce bahsettiğimiz üzere bizim açımızdan bakıldığında girilecek süreç yeni bir “Soğuk Savaş Süreci” ve temelini de emperyal ekonomik paylaşım kavgası oluşturuyor.
Efendim bugün Dünya üzerinde mal-enerji-hizmet ve para transferinin sağlandığı 4 ana “Stratejik” ve “Olmazsa olmaz” ne olursa olsun işlemesi gereken “Ticaret Aksı” bulunmakta.
Bunlar sırası ile Atlantik Ticaret Aksı, Pasifik Ticaret Aksı, Körfez Enerji Aksı ve Kuzey-Güney Ticaret Aksı.
Şimdi efendim gelin sırası ile bakalım bu ticaret akslarının önemlerine ve bu akslar kim için ne kadar önemli diye…
Atlantik Ticaret Aksı: ABD ile Avrupa arasındaki ileri teknoloji ürünlerinden tutun otomotive, ilaçtan tutun aklınıza gelebilecek her türlü sanayi ürününün ticareti bu aks üzerinden sağlanır. Bu hattın kontrolü ABD için hayati öneme sahiptir zira ABD bu hat ile sadece ticari bir büyük birliktelik kurmakla kalmayıp, aynı zamanda AB üzerindeki politik hegemonyasını da bu hat ile desteklemektedir.
Bu hattın AB için de ticareten “Stratejik” öneminin yanın sıra “Savunma” temelli de stratejik önemi vardır. Henüz kendi ordusunu ve entegre savunma sistemlerini geliştiremeyen AB, olası bir büyük ölçekli savaşta bu ticaret aksını bir ticaret aksından ziyade yaşanacak savaşın Avrupa kanadına sağlanacak askeri desteğin (Silah,mühimmat,zor şartlarda gıda v.s) lojistik/ikmal yolu olarak görmekte ve ABD kadar AB de bu aksa “Stratejik” bir önem vermektedir.
Pasifik Ticaret Aksı: Çin, Japonya, Güney Kore gibi Asya ülkeleri ile ABD ve Kanada gibi Kuzey Amerika ülkeleri arasındaki ticaret aksıdır. Elektronik, otomotiv, kimyasal ürünler ve enerji kaynaklarının ticareti bu aks üzerinden sağlanmaktadır. Öte yandan özellikle ABD firmalarının Çin’de ve Vietnam’da bulunan fabrikalarında üretilen ürünler bu akstan taşınmakta ayrıca orta ve büyük ölçekli Çin firmalarının ABD-Kanada hattına yaptığı ticaret de bu aks üzerinden dönmektedir. Dolayısı ile bu ticaret aksı ABD ile Çin arasında ciddi bir “Rekabet ve nüfuz alanı” ve çıkar çatışması bölgesi oluşturmaktadır.
Bu ticaret aksı üzerinde ABD ile Çin arasında yaşanan “Nüfuz mücadelesi” sadece ekonomik anlamda yaşanmamakta, ABD yeni savunma ve dış politika konseptinin “Yoğunluk” ve “Olası çatışma” senaryosunun merkez odağı olarak Asya-Pasifik’i belirleyerek bu hattın kendisi için tabiri yerindeyse “Can damarı” olduğunu gösterirken, Çin de buna karşı bölgede askeri varlığını giderek arttırırken ABD-Çin arasında Asya-Pasifik Aksı paylaşımı üzerinden ciddi bir gerginlik şimdiden başlamış ve giderek artmaktadır.
Öte yandan Çin’in Tayvan’a giderek artan şekilde uyguladığı askeri baskı ve çevreleme ABD’yi “Stratejik” olarak tehdit eder konuma gelmiştir. Zira ABD için Tayvan gerek ticaret limanları ve boğazları, gerek başta otomotiv ve bilgisayar sektöründe kullanılan çip ve yarı iletken üretimindeki adeta “Tekel” konumu ama daha da önemlisi Tayvan’ın Çin kontrolüne geçmesi halinde Güney Kore, Japonya gibi önemli müttefiklerinin de ciddi tehdit altına girecek olmasından kaynaklı olarak ABD dış politikasında “Odak noktasını” “Can damarı” olarak tanımladığı Asya-Pasifik hattına taşımış, burada da Çin ile karşı karşıya gelmiştir.
Körfez Enerji Aksı: Bu aks belki de Türkiye’nin en yakından tanıdığı aks olup Ortadoğu’nun zengin petrol ve likit doğalgaz kaynakları bu aks üzerinden başta Avrupa olmak üzere, Kuzey Amerika ve Asya’ya taşınır.
Bu aksın kontrolünün sağlanması ABD ve AB için son derece önemli. Zira bu aksın kontrolünün kaybedilmesi kendi ülkelerindeki petrol ve doğalgaz gibi yer altı kaynaklarının büyük bölümünü stoklayan başta ABD olmak üzere AB ülkelerine “Hazır stoklarını” eritme zorunluluğu getirmekle birlikte, gerek ABD gerekse AB’nin sanayi üretimine de ciddi bir darbe vuracak bir gelişme yaşanacaktır.
Bu bölge “Küresel karşılaşmalarda” Rusya’nın “En zayıf olduğu” bölge olarak görülse de Rusya’nın Suriye’de Akdeniz’e açılan ve askeri üssünün olduğu Lazkiye Limanı başta olmak üzere, Suriye ticari ve idari mekanizmalarının merkezi konumundaki Şam ve güneyinde kontrolü sağlamış olması, Rusya açısından bölge için her an için bir “Sıçrama taşını” elinde tutması açısından önemli.
Her ne kadar biz bu yazıyı kaleme alırken ABD etkisindeki Suudi Arabistan Şam’da Büyükelçilik açmış olsa da Rusya’nın gerek Esad, gerekse Suriye üzerindeki etkisini kolay kolay kaybetmeyeceğini söylemek de gayet mümkün.
Rusya için bu aksın kontrolü Lazkiye Limanı elinde oldukça ABD-AB bloğuna “Kontrollü biçimde” bırakılabilir zira Körfez petrol ve doğalgazı doğrudan bir boru hattı ile Avrupa’ya bağlanmıyor. Dolayısı ile sıcak savaş durumunda Rus askeri denizaltı filosu demirlediği Lazkiye limanından çıkarak bu petrol/doğalgaz tedarik zincirini bloke edebilir.
Ortadoğu petrolü ve likit doğalgazı Rusya’nın “Stratejik müttefiki” konumundaki İran’ın kontrolü altındaki Hürmüz Boğazı üzerinden Asya, Avrupa, Kuzey Amerika’ya ulaştırılıyor. Dolayısı ile gerek Rusya’nın Lazkiye Limanı’ndaki askeri varlığı, gerekse yine Lazkiye Bölgesindeki Hemeimeem Askeri Hava Üssü’ndeki binlerce askeri personeli,süpersonik savaş jetleri,tankları,ikmal uçakları ve Rus Askeri İstihbarat Servisi GRU’ya bağlı son derece gelişkin bir “Elektronik istihbarat merkezinin” aktif halde olması bölgenin Basra Körfezi’ne ve Akdeniz’e açılan kapılarını kontrol altına alırken, BRICS ittifakı ve Rusya’nın stratejik müttefiki İran’ın Hürmüz Boğazı üzerindeki yoğun kontrolü de Rusya’ya bu “Kontrollü serbestliği” ABD-AB bloğuna sağlaması için olanak sağlamaktadır.
Ancak ABD’de özellikle Dünya’da günlük petrol üretiminin ortalama 5’te birinin sevkiyatının gerçekleştiği Hürmüz Boğazı’nın kontrolü noktasında gerek 5. deniz filosu ile gerekse güneyde müttefikleri Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudİ Arabistan’ın askeri gücünü kullanarak bölgede dengeyi korumak için azami gayret göstermektedir. Olası bir çatışma senaryosunda coğrafyanın asli sahibi olan Rusya ve İran ikilisine karşın ABD’nin Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan desteğinin yetersiz olacağını söylem ek yersiz olmayacaktır. Böyle bir durumda ABD ya anakaradan takviye kuvvet getirecek yahut Avrupa’dan bölgeye takviye kuvvet yığmak zorunda kalacaktır. Her iki durumda da ana odağını Asya-Pasifik cephesinden kaydırmak istemeyen ABD, sıkıntılı bir 2.cephe açmak durumunda kalacaktır.
Kuzey-Güney Ticaret Aksı: Bu aks gelişmiş Kuzey ülkeleri ile Latin Amerika, Afrika ve Asya’daki gelişmiş ülkeler ile gerçekleşen ve çok önemli bir ticaret hacmi oluşturan ticaret ağını kontrol ediyor.
Bu aksın en önemli özelliği gelişmekte olan ülkelerden gelen başta tahıl olmak üzere gıda maddeleri ile hammadde ve doğal kaynakları gelişmiş ülkelere taşırken, gelişmiş ülkelerden de gelişmekte olan ülkelere sanayi ürünlerinin taşınmasını sağlamasıdır.
Bu aksın önümüzdeki 10 yıl içerisinde özellikle finansal hizmetler ve dijital hizmetler alanında çok daha önemli ve stratejik bir aks olması bekleniyor.
Özellikle bugün için bakıldığında “Kaynakları kısıtlı” Avrupa ve ABD’nin özellikle yaklaşmakta olan gıda krizi noktasında son derece ciddi sıkıntı çekerek bu konuda üst üste önlemler aldığı bir tabloda bu aks çok daha fazla önem kazanmakta ve ABD-AB bloğu ile Çin-Rusya bloğunu da bu aks üzerinde de güç savaşı yapmaya zorlamaktadır.
Öte yandan yazının devamında ele alacağımız BRICS yapılanması içerisindeki en önemli ülkelerden birisi olan Hindistan’ın Dünya bilişim ve dijital hizmetler alanında gün geçtikçe yükselen etkisi de gelecek 10 yılda dijital hizmetler alanında son derece önemli olan bu aksın bir başka rekabet eden oyuncusunun ABD-AB bloğu karşısında Çin-Rusya ikilisi yanında konumlanacak Hindistan olacağını bize göstermekte.
***
Bu 4 ana ticaret aksının genel hatlarını ve bu hatlarda “Paylaşım savaşına” girişecek ana aktörlerin konumlanmasını ana hatları ile kaleme aldıktan sonra bu 4 ana ticaret aksının paylaşım savaşı için “2.SOĞUK SAVAŞ” süreci içerisinde mücadele verecek ve oluşması bizce kaçınılmaz kutuplara bakalım:
ABD-AB kutbu ve BRICS Ülkeleri Kutbu ve BRICS Kutubu’nun “Stratejik Müttefiki” İran (Rusya-Çin-Hindistan-Brezilya-Güney Afrika)
ABD ve AB kutbu 27 ülkeden oluşan AB ile Avrupa kıtası ile, ABD eli ile tüm Kuzey Amerika ve ABD 800’e yakın askeri üssü ile Dünya’nın pek çok ülkesi üzerinde etkili.
Ancak BRICS ülkeleri de Çin’den, Rus steplerine, İran’dan Orta Asya’nın zengin doğal kaynaklarına, Afrika’nın önemli ticaret limanlarına ve hammade kaynaklarına ve Latin Amerika/Güney Amerika’nın tamamına ulaşan son derece geniş bir “Küresel network” üzerinde nüfuz sahibi.
Öte yandan Çin’in ABD karşısında Asya-Pasifik odaklı gücünü giderek artırması ile birlikte BRICS “Kutbu”, ABD’nin stratejik Asya müttefiklerini de çevreleyerek Asya-Pasifik hattında da ciddi bir “Alternatif güç odağı ve bölgesel dengeleyici unsur” halini alıyor.
***
Bu 2 kutuptan ABD-AB kutbunun en önemli avantajları ortak bir savunma şemsiyesi olan NATO şemsiyesi altında entegre ve koordineli şekilde ve “Kurumsallaşmış” bir askeri savunma sistemine sahip olması.
BRICS ülkeleri kendi aralarında ortak tatbikatlar ile bu askeri birliktelik pratiğini güçlendirmek için çalışsa da bunun kısa vadede mükemmel sonuç vermesini beklemek de çok çok iyimser bir tahmin olacaktır.
Keza ABD ve AB’nin para birimlerinin küresel rezerv para birimi olarak kullanılması ekonomik olarak ABD-AB ittifakına bir avantaj sunarken, BRICS’in Euro ve Dolar’ı kullanmayarak yerel para birimleri ile ticaret hatta kendi ortak para birimini geliştirme konusunda attığı adımlarda ciddi mesafe kaydetmiş olması “Acil bir durumda” ABD ve AB’nin “Rezerv para birimi” kozunu dengeleyecektir. Zira “BRICS ittifakı” derken Dünya Gayri Safi Milli Hasılası’nın %37’sini oluşturan ve ABD’den de, AB’den de daha hızlı büyüme gösteren, iç pazarı ve üretim maliyetlerinin ucuzluğu ABD ve AB ile mukayese dahi edilemeyecek oranda önde olan bir ekonomik yapıdan bahsetmekteyiz. Dolayısı ile önümüzdeki 10 yıl içerisinde BRICS ittifakı Rusya ve Güney Afrika’nın doğal kaynak ve hammadde bolluğu, Çin’in üretim ve ticaret kapasitesi, Hindistan’ın özellikle dijital alanda liderliğe doğru oynayan özellikleri ve Brezilya’nın Güney Amerika’yı domine eden ekonomik gücü ile ABD-AB bloğu karşısında dengeyi sağlayabilme potansiyeline oldukça yakın.
Öte yandan özellikle ABD-AB ittifakı içerisindeki ülkelerin hali hazırda başta doğalgaz olmak üzere enerji kaynaklarının temini için Rusya’ya “Bağımlı” olması da ABD-AB ittifakı açısından sıkıntı verici bir durum yaratmakta. Son Ukrayna savaşında AB’nin ABD yaptırımlarına uyarken Rusya’dan alamadığı enerji nedeni ile tabiri yerindeyse “Perişan olması” durumun özellikle AB açısından vahametini ve her ne kadar ekonomik olarak çok güçlü bir blok olsa da AB’nin askeri bir birlik kuramaması nedeni ile kendi stratejik çıkarlarına aykırı da olsa ABD kararlarına uymak zorunda olduğunu gösterdi. Bu durum Avrupa’nın “Yönetici elitleri” üzerinde dahi rahatsızlık yaratmış durumda.
Bir taraftan ise muazzam ekonomik gücü ve Dünya’nın en önemli yatırım projelerinden birisi olan “Bir Kuşak Bir Yol” projesi ile birlikte Çin’in yüz milyarlarca dolarlık yatırımı tam da Avrupa’nın ortasında yapıp Pekin’den Venedik’e kadar kuracağı hat ile hem “Küresel ticari yayılmacılığını” mega bir proje ile sürdürdüğünü, hem de böyle bir projeye dahil olan AB ülkelerinin olası bir “Karşılaşma” durumunda bu hatlara mahkum kalacağı için dolaylı olarak Çin’e mahkum kalırken, Çin’in projeyi çeşitli “Koridorlara” ayırarak Avrupa ile olası bir krizde Avrupa’ya bağımlı olmamayı da garanti altına aldığı düşünüldüğünde bu projenin tamamlanması halinde Rusya enerji koridorları, Çin ise ticaret ve lojistik olarak Avrupa’yı kıskaca alacak stratejik bir üstünlük kuracaktır.
Bu projenin tüm hatları ile hayata geçmesi ile birlikte “Küresel Ticaret Aksı” olarak tanımladığımız 4 ana aksa 5. bir aks eklenirken bu 4 aks içerisinde bazılarının önemi azalacak, AB ile ABD arasındaki AB’nin ABD’ye bağımlılığından kaynaklı sarsılmaz müttefikliğin de çeşitli alanlarda çözülmeye gittiğini görmek mümkün olacaktır.
Çin ve Rusya’nın enerji-lojistik hamlelerine karşılık ABD-AB bloğunun karşı hamlesi ise AB ve NATO’nun eş güdümlü biçimde “Doğu’ya doğru genişleme” hamlesi olmuş, AB Doğu Avrupa’daki eski “Demirperde” ülkelerini AB tam üyeliğine kabul ederken, NATO ise “Doğal savunma hattını” Romanya-Bulgaristan-Yunanistan-Polonya hattı olarak belirlemiş son olarak Rusya ile 1000 km’nin üzerinde bir kara sınırı olan Finlandiya ile 126 km.’lik Rusya sınırı olan İsveç’i de NATO’ya dahil ederek hem 2.Dünya Savaşı’nda Almanların Fransızlara Ardenler üzerinden taarruzda bulunarak tüm savunma hattını çökerttiği gibi küçük bir hattı kapatmış, hem de Finlandiya’nın aşılması halinde arkada 2.bir direniş hattını oluşturarak Rusya karşısında “Stratejik Savunma Konumlanmasını” tamamlamıştır.
***
Tabii bizim öngörümüze göre “Büyük büyük bir sıcak savaşa dönüşmeyecek” bu ekonomik temelli “2.SOĞUK SAVAŞ” dönemi her ihtimale karşı “Askeri hazırlık” olmadan ve bununla desteklenmeden gerçekleşemez.
Bugün baktığımızda ABD 2023 yılında savunma harcamalarını önceki yıla göre %2,3 arttırırken toplamda savunma harcamalarına 916 milyar Dolar ayırdı.
29 yıldır sürekli askeri harcamalarını artıran Çin’in askeri harcamaları bir önceki yıla oranla %6 artış göstererek 296 milyar Dolar oldu.Çin askeri harcamalarında hem üst düzey yeni askeri teknoloji üretimine, hem yeni silah alımına hem ordusunun hızla modernize edilmesine önem verdi.
Rusya’nın ise askeri harcamalara 300 milyar Dolara yakın bir bütçe ayırdığı tahmin edilirken Rusya askeri harcama rakamlarını paylaşmadığı için net rakam kesin olarak bilinmiyor.
Keza Almanya tarihinin en büyük savunma bütçesini 100 milyar Euro ile geçen yıl ayırırken, İngiltere ve Fransa da Ukrayna savaşı sonrasında savunma bütçelerinde ciddi bir artışa gitti.
Bu ülkelerin altın stoklarına da mutlaka bakmamız gerekiyor zira “Savaşın yaklaştığı” “Kaotik gelişmelerin olacağı süreçler” en iyi savunma harcamalarındaki artış ve devletlerin altın rezervlerindeki son duruma bakarak anlaşılabilir.
- Çin: Çin, altın rezervlerini sürekli artırarak 2024 ortasında 2.076 ton seviyesine getirdi. Çin, altını stratejik bir varlık olarak değerlendiriyor ve ekonomik istikrarını güçlendirmek amacıyla kullanıyor.
- ABD: ABD, 8.133 ton ile dünyadaki en büyük altın rezervine sahip. Bu rezervler son yıllarda sabit kaldı.
- Rusya: Rusya, özellikle yaptırımlara karşı altın rezervlerini artırarak 2024 başında 2.300 tonun üzerine çıktı. Altın, Rusya’nın yaptırımlara karşı ekonomik stratejisinin önemli bir parçası.
- Almanya, Fransa ve İngiltere: Almanya, 3.350 ton ile ABD’den sonra ikinci en büyük altın rezervine sahip. Fransa’nın da 2.436 ton altın rezervi bulunuyor. İngiltere ise daha mütevazı bir altın rezervine sahip, ancak ekonomik belirsizliklere karşı altın stoklarını koruyor.
Dolayısı ile gerek ABD-AB ittifakının, gerekse BRICS ittifakının “2.SOĞUK SAVAŞ” döneminin caydırıcı gücü olacak askeri güçlerini artırmak için de yoğun bir hareketlilik içerisinde olduğunu ayrıca savaş ekonomisinin “Güvenilir mali yatırımı” olan altını Dünya piyasasından bu kadar fazla ve hızla toplamasını da buradan okumamız mümkün.
***
Evet sevgili okurlarımız, “Küresel dengelerin” ve “Nüfuz savaşlarındaki hamlelerin” fotoğrafını çektiğimiz yazı dizimizin ilk bölümünün burada sonuna geliyoruz.
Bundan sonraki bölümlerde “Türkiye’nin bu fotoğraftaki yeri nerede?”, “Türkiye sözde müttefikleri tarafından nereye itilmeye çalışılıyor?, “Olası bir büyük sıcak savaşta ABD-AB ittifakı ile BRICS ittifakının 2. Dünya Savaşı’na göre artıları ve eksileri neler olur?”, “Türkiye bu tabloda kendisine nasıl alan açabilir ve gelecek 10 yıl için nasıl bir pozisyon almalıdır?” gibi konu başlıklarını işleyeceğiz…
Ve şu kadarını söyleyelim ki karşımızdaki tablo en azından bizim okuyabildiğimiz kadarı ile hiç de kolay değil ancak her kriz gibi fırsatları da içerisinde barındıran bir karakteristik yapısal dinamik taşımakta.
Sadece günlük siyasi tartışmaların ötesinde küresel dengelere bakış açısına sahip “Konuyla ilgili” olanların dikkatle takip edeceğini bilerek kaleme aldığımız bu yazı dizisinin 2. bölümünde “İlgisi” olanlar ile yeniden buluşmak üzere…