HALİL İBRAHİM BAYRAKÇI
Kanunen bağımsız, fiiliyatta saray kontrollü Merkez bankamızın para politikası kurulu (PPK), emre itaatsizlik etmeyerek politika faizini 50 baz puan daha düşürdü ve 8,25 seviyesine çekti.
Son dört aydaki kur yükselişinden kaynaklanan maliyet artışlarının enflasyonu çift hanelerin altına düşürtmeyeceği, talepteki durgunluk ne olursa olsun yıllık enflasyonun yüzde 12-13 (o da resmi rakamlarla) oluşacağı belliyken, PPK’nın faiz düşürmeye devam etmesi; Türk lirası tasarrufu olanların, birikimlerinden kazanmak şöyle dursun, TL cinsinden tasarruf yapmakla zarar edeceklerinin açık ilanından başka bir şey değildir.
Merkez bankasını asıl yönetenlerin fikrine(?) göre bu faiz düşüşleri sayesinde bankacılık sektörü piyasaları ucuz kredilerle fonlayacak ve böylelikle ekonomi canlanacaktı.
Hatta emir komuta zincirine kamu bankaları gibi tabi olmayan bankaları, kredi vermeye zorlamak için kredi rasyosu gibi eşi menendi bulunmayan kısıtlamaların içine soktular.
Bu kredi rasyosu zorlaması gereğince: Bankalar topladıkları mevduatı, kredi olarak kullandırmazsa ceza yiyecekti.
Fakat son üç aylık performans bambaşka bir noktaya taşıdı garip ülkemizdeki kredi ve finansman mekanizmasını.
Verdikleri kredileri geri toplayamayacaklarını düşünen bankalar, topladıkları TL mevduatlar yüzünden kredi dağıtmaya mecbur kalmamak için tasarruflara verdikleri faizleri, büyük hesaplar için %6’lara kadar düşürdüler.
Mealen şöyle diyor bankalarımız bana TL mevduat yatırma kardeşim. Git ne yapıyorsan yap!…
Bankacılık sektörünün asli işi mevduat toplamak ve sonra bunları satmak iken, bizim bankacılık sektörümüz mevduat toplamak istemiyor. Ne kadar enteresan değil mi?
Peki bankalarımız TL ihtiyaçlarını nereden karşılıyorlar? O da belli, döviz mevduatlarını merkez Bankasıyla swap yaparak.
Türk lirası kendi öz yurdunda garip, kendi öz vatanında parya muamelesi görüyor anlayacağınız…
Türk lirası tasarruf yapması engellenen ve döviz alış-satış arasındaki aşırı derecede artmış makasa yakalanmaktan korkan vatandaşlarımız ise Borsaya, gayrimenkule veya uzun dönemli parasını stop etme pahasına altın ve dövize geçiyor.
Nitekim, geçen ay borsadaki oyuncu sayısı 250 bini geçti. İnsanların evde canları sıkıldığı için borsa İstanbul’da oynamaya başladıklarını söyleyenlere kulak asmayın siz. Asıl neden: Türk lirasıyla başka bir şey yapmalarının zorlaştırılmasıdır.
Borsada kumar oynamaya, gayrimenkul almaya veya alış satış makası açılmış döviz-altın almaya mecbur edildi küçük ve orta boylu yatırımcı.
Bu satırları yazarken tezimi destekleyen bir gelişme daha oldu: BDDK, 100 gramdan fazla altın alımlarında valörü 1 gün olarak belirledi. Yani bugün öde, yarın teslim al hesabını. Zorlaştırmaya devam sistemi.
Yatırımları, varlıkları bankacılık sistemi içinde tutmakla, dışında tutmak arasındaki fark sürekli azalıyor. Finansal sistemin dışında kalmanın maliyeti belirsizleşiyor.
Bu trend böyle devam ederse, paramı bankada tutacağıma, kasamda tutarım diyenlerin sayısı artış gösterecektir.
Dış kaynak çekemediğimiz, yabancı yatırımcının gelmediği bu ortamda ise bizim tam tersini yapmamız gerekmez miydi?
Türk lirası tasarrufu özendirmemiz, sistem dışına çıkmış varlıkları mali sisteme cezbetmemiz, bankacılık sektörünü doğru krediler verebilmesi için stresten uzak tutmamız daha etkili çözümler olmaz mıydı?…
Doğrusu neyse tam tersini yapan bir ekonomi idaremiz var. Bankacılık sektörünü de çökerterek memleketi ekonomik olarak dipsiz bir uçuruma atmaları an meselesi…
Not: Halil İbrahim Bayrakçı’nın diğer yazılarını tahtapod.com adresinden okuyabilirsiniz…