CİHAN ÇİFTÇİ
Yazı dizimizin 2. bölümünde “Ortaçağ ve Sonrasında İstihbarat” konusunu ele alacağız….
Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasının en önemli nedenlerinden birisi Kavimler Göçü’nün barbar akınları olmuştu. Antik çağın getirdiği sınırlı istihbarat birikimi, Avrupa’ya yerleşen bu barbar kavimlerin savaş alışkanlıklarına hapsolmuştu. Bu kaos döneminde siyasi ve dini bir güç olan Katolik kilisesi ağırlığı hissedilmiştir. Ancak IX ve X. yüzyılda İngiltere ve Fransa gibi güçlü devletlerin doğuşu ile istihbaratın kurumsallaşması başlamıştır denilebilir. Feodal Lordlar arasındaki yazışmalar bazı haberciler tarafından taşınmaya başlanmış ve kâtip vazifesi de gören kuryeler önemli görevlerde bulunmuşlardır. Bu dönemde espiyonaj, genel olarak savaş ile ilintili olarak kalmışsa da krallara sadakat yemini eden lordlar arasında karmaşık bir ağ da yaratmıştır. Diğer bir deyişle bir sistemin kurucu unsuru “sadakat” ise, sadakatsizlik, düşman için en kıymetli mevhum haline gelmiştir.
XI.yüzyıla gelindiğinde Kilise Avrupa’nın tamamında etkili hale gelmiştir. Engizisyon mahkemeleri ve Haçlı seferleri bu döneme özgü istihbarat anlayışının ortaya çıkmasında etkili olan iki faktör olarak belirginleşmiştir. Öyle ki kilise bu dönemde, İstanbul’u ve Kudüs’ü çevreleyen savunma sistemleri ile ilgili bilgi toplayan ve raporlar hazırlayan casuslar istihdam etmiş, bu bilgiler haçlı seferlerinde kullanılmıştır. Dini romantizm ve iktidar arzusu XIII. Yüzyıla gelindiğinde, ruhban sınıfına ve kiliseye karşı olanlar için yeni yargılama sistemleri geliştirilmesini gerektirmiştir. İstihbaratın, engizisyon mahkemelerinin en temel delil toplama yöntemi olduğu bu dönemde kilise, kendisine karşı olanlar için geniş bir espiyonaj şebekesi kurmuştur. 1337-1453 yıllarında Fransa ve İngiltere arasında yaşanan Yüz Yıl Savaşları da casusluk faaliyetleri açısından önemli örnekler barındırmıştır. Örneğin; Jeanne d’Arc, Fransa’nın güvenliğini ve bağımsızlığını savunan sembol isimlerinden birisiyken özellikle İngiliz casuslarının yaydıkları dedikodular ve asılsız bilgiler neticesinde Fransız din adamları ve yargıçları tarafından yargılanıp diri diri yakılmıştır. Jeanne d’Arc’ın ölümü Fransa’da hala her yıl 30 Mayıs anılmaktadır.
XV.yüzyıla geldiğimizde ise istihbarat alanında öne çıkan ülkelerin başında İtalya gelmekteydi. İtalya’yı bu denli önemli kılan durum ise Katolik merkezi olmasıdır. Bilindiği üzere zaten engizisyon, Katolik sistemine muhalif olan tüm düşünceleri ve eylemleri yok etmek amacı ile kurulmuş, bu anlamda İtalya bu sistemi ayakta tutan casusların merkezi haline gelmiştir. Öyle ki; Floransa, Milano, Napoli gibi güç merkezlerini yöneten bazı büyük ailelerin (Medici ailesi gibi) yanında Papalık belirgin bir güç olarak görülmüştür. Bu dönemde Avrupa’da casusluk amacıyla sürdürülen ticari faaliyetler belirgin biçimde siyasi bir hüviyet kazanmaya başlamıştır. İtalyanlar, siyasi anlamda istihbarat almak amacıyla ticari casusların yanında siyasi casuslar da istihdam ederek diğer devletlerin içinde elçilikler kurmuşlardır. İtalyan şehir devletleri tarafından gerçekleştirilen bu uygulama “sürekli diplomasi” anlayışının ortaya çıkmasına ve günümüzdeki casus diplomatların yetişmesine zemin hazırlamıştır.
XV.ve XVI. Yüzyıllarda Avrupa’da meydana gelen Rönesans ve Reform hareketleri Katolik kilisesini ve onun tüm uygulamalarını derinden sarmıştır. Dini alanda “dini bireysellik” ön plana çıkmış idari açıdan ise daha lokal ve milliyetçi mekanizmalar güç kazanmıştır. Coğrafi keşifler ile birlikte keşfedilen “yeni dünya”, tüm güç merkezlerinin odağı haline gelmiş; casusluk faaliyetlerinin önemi (siyasi, askeri, ekonomik çıkarların korunması için) ciddi anlamda hissedilmiştir. Devletler arasında gelişen bu rekabet ortamı neticesinde ortaya çıkan istihbarat ihtiyacı, siyasi ve mali açıdan sadece devlete bağlı olarak teşkilatlanmayı gerekli hale getirmiş ve “istihbarat bürokrasisi” bu şekilde doğmuştur.
XVI. yüzyılda ortaya çıkan merkeziyetçi bürokrasi anlayışının tezahürü olan istihbarat bürokrasisi bu dönemde Osmanlı Devleti’nde daha zayıf şekilde gelişme göstermiştir denilebilir. Merkeziyetçi bürokrasi anlayışının bu erken döneminde casusluk daha çok, Osmanlı sarayına bağlı rütbelilerin kendilerine mahsus olarak kurdukları istihbarat ağları üzerinden gerçekleşmekteydi. Öyle ki, kullanılan bu casuslar maaşlarını direkt olarak devletten almayabiliyorlardı. Sistemin bu kırılganlığı ise bazı istihbarat zafiyetlerine yol açmaktaydı. Buna rağmen Osmanlı İstihbaratı; tüccarlar, hacılar, korsanlar, elçiler veya köle fidyecileri gibi rahat hareket edebilen zümreleri kullanarak etkili hale gelmişti denilebilir.
Hasılı, Orta Çağ ile başlayan, Rönesans ve Reform hareketlerinin etkili olduğu bu süreçte, bilginin geçmiş dönemlere göre daha kolay elde edilmesi ve daha etkin şekilde kullanılabilmesi neticesinde -iç güvenliğin öncelendiği bir konjonktüre- siyasi istihbaratın geliştiği görülmektedir. Böylece, sadece savaş esnasında kullanılan istihbarat artık bu anlayışı da kapsayacak şekilde gelişmiştir. Görünmez mürekkebi icat eden kimyacıların ortaya çıkması, Antik Çağ’a kadar uzanan kriptolama ve kodlama yöntemlerinin gelişmesi; dürbünler, büyüteçler, saatler vb. icatların yaygınlaşması bu dönemde istihbaratın dönüşümüne büyük katkı sunmuştur.
Yazı dizimizin bir sonraki bölümünde görüşmek dileğiyle…