Ramazan KARASU
Hazır olmayan şeyi, en kesin fikir dahi hayata çağıramaz ve fikrin nefesi kendisine değmedikçe, en hazır olan şey dahi hayata kendiliğinden doğmaz.
Norbert Von Bischoff
Sosyolojide bir gerçek vardır; toplumsal sorunların çözülemediği tüm rejimler çökmeye, yıkılmaya ve bölünmeye mahkumdur. Türkiye Cumhuriyeti, ağır bir tehdit altında ve halkımızı, gelecekte büyük olaylar silsilesi beklemektedir. Ülkemizdeki, kurucu unsurların hiçe sayıldığı, yeni rejim denemeleri de kuşkusuz başarısızlıkla sonuçlanacaktır.
Türk siyasi hayatında büyük bir boşluk bulunmaktadır. Bu boşluğu oluşturan asıl etmen, başkanlık rejimi ve Türkiye Büyük Millet Meclisini göstermelik hale indirgeyen, statü için yer alan, vekillerin varlığıdır. Ülkemizde şu anda uygulanan sistemde, meclis tutucu ve gericiler tarafından ele geçirilmiş bir vaziyettedir. Ele geçirilen meclis, Atatürk ve Cumhuriyet değerleriyle hesaplaşmaya gidebilecek cürette ve halkın refahına ikinci plana atabilecek pozisyondadır. Bu yüzdendir ki; Cumhuriyet değerlerine dönmek asıl gayemizdir. Türk siyasi hayatındaki boşluğu dolduracak olan da Cumhuriyet devrimlerine sıkı sıkıya bağlı, devrimci bir partidir. Geri planda bırakılan halkın, yönetimde ses sahibi olmasının yegâne temeli budur. Burjuva parlamentoculuğu, gerici koalisyonunu sağlayarak, Cumhuriyet devrimlerinin kalkınma hamlelerini saf dışı bırakmış ve şahsi menfaatleri ön plana koyarak, halkın az gelişmişliğine rıza gösterilmiştir.
Türkiye gibi geri bıraktırılan tüm ülkeler, kalkınabilmek için ciddi devrimsel sistem değişikliğine ihtiyaç duymaktadır. “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler!” özdeyişlerine yeterince maruz kalmadık mı? Artık yetmez mi?
Devrimci bir partiye işte bu yüzden gereksinim var. Sistemin kullanışlı maşaları tarafından yönetildiğimiz, oy kullandıkça kendimizi demokrat zannettiğimiz sürece gerici koalisyon iktidarına muhtaç kalmaya devam edeceğiz. Avusturya Büyükelçisi Norbert Von Bischoff’un Ankara isimli kitabında, “Hazır olmayan şeyi,en kesin fikir dahi hayata çağıramaz ve fikrin nefesi kendisine değmedikçe, en hazır olan şey dahi hayata kendiliğinden doğmaz.” diye bahseder.
NE YAPMALI?
Ekim Devrim’nin lideri Lenin “Ne Yapmalı?” isimli kitabında devrimci deneyime karşı sözleri kullanmaktadır:
“Devrimci deneyim ve örgütsel yetenek elde edilebilecek şeylerdir, yeter ki bunları elde etme isteği olsun, yeter ki eksiklikler kabul edilsin. Devrimci eylemde bu eksikliklerin kabul edilmesi bunların yarı yarıya giderilmesi demektir”
Öyleyse ilk yapacağımız iş toplumsal muhalefeti örgütlemektir. Toplumsal muhalefetin etkin olmadığı tüm fikirler ya havada kalmış ya da benimsenmemiştir. Çıktığımız bu meşru yolda, elde edeceğimiz ilk hedef bu olmalıdır. Toplum her geçen gün gerilemekte ve demokratik arayışlar tıkanmaktadır. Saltanat süren iktidarın koltuğu sallanırken; koltuğa kimin oturacağı bellidir. Cumhuriyet devrimlerine sarılan ve bağımsızlık ilkesini ülküsü haline getiren yurttaşların gideceği yol bellidir. Yani işe eksiklerimizi kabul ederek ve karşıdevrime karşı koyma azmi ile başlayabiliriz. Bu azmi de ortaya çıkaracak en büyük olgu, okumaktır. Çünkü Cumhuriyet; kitaplardır, felsefedir, yazmaktır. Bu konunun önemine değinen Atatürk’ün bir anısını paylaşmak istiyorum:
“İlk İstanbul seyahatine giderken istediği kitaplar o kadar fazlaydı ki, karton kutular buldurup kütüphaneye getirtmiştim, tam içine kitapları doldurmak üzereyken Atatürk kütüphaneye geldi ve ne yaptığımı sordu. Karton kutular aldırdım, istediğiniz kitapları onların içine koydurup özel trene naklettireceğim,’ deyince ‘Dur biraz bekle, “’dedi. Kitap adedine şöyle bir baktıktan sonra kütüphaneden çıktı , odasına gitti. Biraz sonra bir baktım iki tane cephane sandığını Muhafız Alayı erleri getirip kütüphaneye koyuverdiler ve gittiler. Ne olduğunu anlamadan bakıp dururken Atatürk içeri geldi, benim şaşkın şaşkın baktığımı görünce , ‘Ne o Nuri oğlum , şaşırdın değil mi ? Şaşırma şaşırma, savaşta bunlarla cephane taşıdık, sen o zamanlar çocuktun, bilemezsin, bu sandıklar benim için çok önemlidir. Şimdi o savaş bitti , yeni bir savaşımız başlıyor. O da kültür ve sanat savaşımızdır ve savaş okumakla, kitapla olur. İşte şimdi cephane taşıdığımız o sandıklara kitaplarımı koy , bu sandıklarla taşınsın , cephanenin yerini artık kitaplar alsın ! ” dedi.”
Bu yüzden kitapsız kavga, kavgasız kitap olmaz. Eksikliklerimizin farkında ve yapmak istediklerimizin bilincinde olursak, milli irade hâkim kılınacaktır.
Yazımı Doğan Avcıoğlu’nun şu sözleriyle bitirmek istiyorum:
“Bilmek gerekir ki, ülkemizin içine düşürüldüğü koşullarda ulusal kurtuluş devrimi yolu, tuzaklarla doludur, çok çetin ve dikenlidir. Önümüzdeki engeller büyüktür. Devrim savaşı, uzun bir mücadele içinde, didişile didişile ve adım adım ilerleyerek hatta yeni bir hız almak için gerileyerek kazanılacaktır.
Bu güç savaş, teorik plandaki görüş ayrılıkları ne olursa olsun bütün devrimcilerin eylem birliği ile zafere ulaştırılabilir. Onun içindir ki, Kurtuluş Savaşımızın lideri büyük Atatürk’ü andığımız şu günde, bütün devrimcileri yarıda bıraktırılan ve yolundan saptırılan ulusal kurtuluş devrimimizi gerçekleştirmek üzere eylem birliğine çağırırız.”
Bu vesileyle Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü saygı ve minnetle anarken; yolunda hiç durmadan yürüyeceğimi de bir kez daha ilan ederim.