Celal Eren ÇELİK
Malumunuz son 1 haftadır Türkiye gündemine Sedat Peker’in çektiği ve “Derinlerde” yaşanan bir “Güç mücadelesinin” iz düşümü olan videolar damga vuruyor.
Peker’in ilk videosu sonrasında “Mafya liderinin videosunu tartışmak gereksiz” diye olayı basite indirgemeye çalışan çevrelerin bunu neden yaptıkları ise Peker’in 2. Ve 3. Videoları sonrasında daha iyi anlaşılıyor zira açık ve net belirtmek gerekir ki Peker’in yayınladığı videolarda gayet bilinçli olarak verdiği mesajlar ve anlattıkları özerine gidilir ya da daha doğru tabirle gidilebilirse bir “2.SUSURLUK” vak’asının fitilini ateşleyebilecek önemde.
Sedat Peker’in videolarının ana odağında 90’ların başında “SUSURLUK SKANDALI” ile ortaya çıkan kirli ilişkiler yumağının en tepesindeki isim olarak görünen Mehmet Ağar bulunuyor.
Yine ilk iki videoda Peker’in masasındaki kitaplar ile verdiği mesajlardan, arkasındaki televizyondaki Türkeş videosuna kadar pek çok subliminal mesaj, Mansimov-Tolga Ağar-Kazak gazeteci kızın ölümü ile ilgili anlattıkları ve pek tabii Kolombiya-Panama-Türkiye kokain trafiği ile ilgili söyledikleri ayrı ayrı incelenebilecek ve üzerine yazılar yazılabilecek konular.
Ancak bu 3 video içerisinde en önemli ve en “Derin” konu 2. Videonun son 2 dakikasına “Sıkıştırılmış” ve çok yüzeysel olarak bahsedilmiş olan ve direkt muhatabına mesaj vermek amacı ile sarf edilen “Kutlu Adalı cinayeti”.
Ne diyordu Sedat Peker 2. Videosunun sonunda “3. Videoda Kutlu Adalı cinayetini konuşacağız. Ancak bu kez aramıza Korkut Eken’i de alacağız Mehmet Ağar ile birlikte öyle konuşacağız…”
İşte sadece konuyu yakından bilenlerin önemini ve derinliğini anladıkları Kutlu Adalı cinayeti neydi? Konunun Mehmet Ağar ile Korkut Eken ile ne alakası vardı? Ve bu mesajı yine konuyu bilen ve anlayanlar için “Pimi çekilmiş bir el bombası” misali Peker neden Ağar’ın kucağına bırakmıştı?
Ve daha da ilginci Peker bunu söyledikten sonra 3. Videosunda neden bu cinayet ile ilgili tek bir kelime etmemişti.
“Bu kadar peşrev yeter” diyoruz ve işte başlıyoruz yazımıza… Yalnız size tavsiyemiz yazımızı oturarak okuyunuz zira “Şiddetli baş dönmesi” yan etkisi içermektedir.
Şimdi sizlerle takvim yapraklarını 1996’ya doğru sarıyoruz…
Tarih: 14 Mart 1996
Yer: KKTC-Gazimağusa
Mekan: Saint Barnabas Manastırı’nı da kontrolünde bulunduran Eski Eserler ve Müzeler Dairesi
Saat:19.00 suları…
Sıradan bir akşam gibi görünen bu Kıbrıs akşamında yaşananlardan sonra KKTC’de hiçbir şey eskisi olmayacak ve bir “Cinayete” gidecek yolun taşları bu gece yaşanan olayların ardından döşenmeye başlanacaktı.
O akşam saat 19.00 sularında turistlerden başka kimsenin ziyaret etmediği müzeye KKTC’de 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’nın hemen öncesinde yollanan ve çıkartmanın alt yapısını hazırlayan “Gayrinizami harp birimi” Türk Mukavemet Teşkilatı’nın devamı olarak nitelenebilecek ve başında her zaman bir Türk generalin bulunduğu Sivil Savunma Teşkilatı tarafından bir baskın düzenlendi.
Müzenin personeli “Enterne” edildikten sonra Saint Barnabas Manastırı’nda bir “Arama” çalışması yapıldı…
O gün orada askerlerin neler yaptığını kimse anlayamamış, olay büyük bir gizem ve sır perdesi altında esrarını korurken KKTC’de uzun yıllar Denktaş’ın en yakınındaki isim olmasına rağmen son 10 senede görüş ayrılığı yaşayarak son derece sert muhalif bir çizgi izleyen ve pek çok çevrede “KKTC’nin Uğur Mumcu’su” olarak nitelenen gazeteci Kutlu Adalı olayın peşine düşecekti.
Kutlu Adalı’nın geçmişten gelen “Derin” bağlantıları ve kaynakları sayesinde aradığı izlere ulaşması uzun sürmedi.
Ve bu baskını Türkiye’deki Özel Harp Dairesi’nin KKTC’deki uzantısı olduğu da belirtilen Sivil Savunma Teşkilatı’nın gerçekleştirdiğini açıklayan Kutlu Adalı yazısında operasyona 2 beyaz Renault Toros, 1 Isuzu Jeep ve bir Vitara olduğunu ve Renault Toros marka araçlardan birisinin plakasının ise Renault 12 Toros CV 765 olduğunu belirterek hükümeti sıkıştırmaya başladı.(Bu arada bu Renault Toros CV 765 plakalı aracı iyi not alın zira bu araca geri döneceğiz)
KKTC’de yer yerinden oynamış ve en sonunda dönemin başbakanı Hakkı Atun olaylardan 5 gün sonra açıklama yapmak durumunda kalmış ve yaşananların bir “Askeri operasyon” olduğunu belirtmişti. Ancak Kutlu Adalı bu açıklamaları şüpheli bulmuş, askerlerin 15 sivili rehin alarak nasıl bir operasyon yaptıklarını, bu operasyonun amacının ne olduğunu ve eğer bu bir resmi operasyon ise açıklamanın neden 5 gün sonra kamuoyu baskısı ile yapıldığını sormuştu.
Ve işte Kutlu Adalı bu soruları sormaya başladığı anda KKTC’de operasyonu gerçekleştiren Sivil Savunma Teşkilatı tarafından tehdit edilmeye başlanacaktı…
O yıllarda KKTC’de sadece böyle tuhaf işler olmuyordu elbette…Örneğin Türkiye’de “Kumarhaneler Kralı” olarak bilinen Ömer Lütfi Topal işlerini büyütüp Azerbaycan ve Türkmenistan’da açtığı kumarhanelerden sonra bir otel ve tabii ki kumarhane yatırımı da KKTC’de gerçekleştirerek Jasmine Court Hotel’i devreye sokuyordu.
Ömer Lütfü Topal için dönemin Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş’ın hazırladığı SUSURLUK RAPORU’nda “Türkiye’de devletin her kademesindeki en üst kişiler dahil olmak üzere emir verecek düzeye ulaşmış ilk Amerikanvari mafya yapılanması” ifadelerinin kullanılmış olması, “Fındıkzadeli” Ömer’in nasıl da “Emperyal Csinolar Zinciri” sahibi bir kumarhaneler kralı ve yer altı dünyasının en güçlü ismi haline evrildiğini en çarpıcı şekilde ortaya koyuyordu.
KKTC’de bazı şeyleri gizlemek o kadar da kolay olmuyordu…
O dönem KKTC’nin “Yüksek kademelerinde” konuşulanlara göre Ömer Lütfü Topal’ın KKTC’deki Jasmine Court Hotel’de perde arkasındaki gizli ortakları ise Ali Fevzi Bir,Sami Hoştan ve o yıllarda Türkiye’de olduğu kadar KKTC’de de çok önemli bir nüfuz alanı elde etmiş olan Abdullah Çatlı’ydı.
Ancak bir süre sonra Ömer Lütfü Topal’ın bu ortaklık için Ali Fevzi Bir,Sami Hoştan ve Çatlı’dan 17 milyon Dolar istediği, bu isimlerin bu parayı hemen veremeyeceklerini ve kendilerine süre vermesini istemelerine rağmen Topal’ın bu teklifi reddetmesi ile bu 3’lü ile Topal arasında bir husumetin oluştuğu iddiaları daha yüksek sesle konuşulmaya başlanmıştı.
İşte bu husumetin giderilmesi amacı ile Abdullah Çatlı KKTC’ye 4 Temmuz 1996 tarihinde giriş yapıyor,2 gün boyunca Jasmin Court Hotel’de Ömer Lütfü Topal ile görüşmelerde bulunuyordu.
Tesadüfe bakınız ki Çatlı’nın Kıbrıs’a gelmesinden tam 2 gün sonra yani 6 Temmuz 1996 tarihinde Saint Barnabas baskınını ve bunun hem KKTC hem de aslen Türk derin devleti ile bağlantısını irdeleyen gazeteci Kutlu Adalı evinin önünde bir Uzi marka silahla öldürülüyordu.
KKTC bu haberle çalkalanırken Kıbrıs’ta sessiz sedasız bir Off-Shore Bankası “Kara para aklama” işlemlerinde çok ciddi paraların aklanılması için kullanılıyordu. Bu banka First Merchandise Bank’tı ve bankanın sahibi Tarık Ümit’ti…
Ve MİT için çalışan Tarık Ümit’ten de 5 Mart 1995 tarihi itibariyle bir daha kimse haber alamayacaktı…
Kutlu Adalı öldürülmüş,Topal ile Çatlı arasındaki sorun yapılan 2 günlük toplantıya rağmen çözülememiş ve Çatlı Türkiye’ye dönmüştü.
Bu esnada Ömer Lütfü Topal gereğinden çok fazla büyümüş,ilişkileri ve kontrol ettiği kişiler devletin en yüksek kademelerindeki isimleri de aşarak yabancı devlet başkanları seviyesine ulaşmıştı.Yani Topal artık devlet için göz yumulacak seviyeyi çoktan geçmiş mutlaka tasfiye edilecek bir noktaya gelmişti.
Çatlı, Türkiye’ye döndükten sonra enteresan gelişmeler yaşanmaya devam edecekti…
28 Temmuz 1996 akşamında Kumarhaneler Kralı Ömer Lütfü Topal çapraz ateşe alınarak tıpkı kendisinden 22 gün önce işlenen Kutlu Adalı’nın cinayetinde olduğu gibi Uzi marka silahlar ile öldürülmüştü.
Daha sonra yapılan yargılama süreçlerinde Ömer Lütfi Topal cinayetinin işlendiği gece Topal ile anlaşmazlıklarını çözemeyen Abdullah Çatlı-Ali Fevzi Bir-Sami Hoştan ile Özel harekattan Çatlı’ya yakınlığı ile bilinen Ayhan Çarkın,Ercan Ersoy gibi isimlerin telefon trafiği ortaya çıkıyor ve bir süre sonra ise Topal’ın öldürüldüğü aracın yanında bulunan Uzi şarjörü üzerindeki koli bandında Çatlı’nın parmak izi bulunuyordu.
Bu cinayet sonrasında devlet içerisinde farklı klikler çatışmaya başlamıştı zira Topal’dan doğan güç boşluğu çok büyüktü ve herkes bu boşluğu doldurmak için kendi kliğine yakın isimleri ön plana çıkartmak istemekteydi.
Tabii bunların başında Abdullah Çatlı ve ekibi geliyordu ancak Çatlı bu esnada yaptığı temaslardan bırakın Topal’ın boşluğunu doldurmayı, kendisinin de “Tasfiye” kararının çıktığını anlamış,tüm bağlantılarını bu “Hazin sonu” durdurmak için kullanmaya başlasa da her zaman kendisine ardına kadar açılan kapılar bu kez adeta “Duvara” dönüşmüştü…
Ve en sonunda Kutlu Adalı cinayetinden 4 ay,Ömer Lütfü Topal cinayetinden ise 4,5 ay sonra bu kez de Susurluk’ta yaşanan güya kaza ile Abdullah Çatlı da tasfiye edilmiş oluyordu.
****
Susurluk Skandalı patlak verdikten sonra kurulan Susurluk Komisyonu’nda dinlenen Özel Harekatçı İbrahim Şahin komisyonda Fikri Sağlar’ın bir sorusu üzerine “Uzi marka silah Türkiye’de sadece Özel Harekatta var” lafını ağzından kaçırmış daha sonra “Yanlış anlaşıldım” diyerek durumu toparlamaya çalışsa da aslında büyük bir “İtirafta” bulunmuştu.
Zira UZİ marka silah sadece Özel Harekat’ta vardı ve KKTC polis envanterindeki, askeriyedeki silahları da Türkiye sağlıyordu ve KKTC’de de Uzi marka silah yoktu.
Ancak Kutlu Adalı bir Uzi marka silah ile vurulmuştu…
Şimdi hatırlarsanız size Saint Barnabas baskını esnasında orada bulunan 2 Renault Toros marka araçtan CV 765 plakalı olanına geri döneceğimizi söylemiştik…
İşte o araçta Abdullah Çatlı’nın bulunduğu iddia edilmekteydi.
Ve o gece orada yapılan “Operasyonda” Dünya dengelerini alt üst edebilecek olan Barnabas İncili’nin çalındığı ifade ediliyordu.
KKTC devleti de Türkiye devleti resmi makamları da uzun süre bu olay ile bağlantılarını reddedeceklerdi.
Ancak Kutlu Adalı’nın eşi olayın peşini bırakmayacak ve konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıyınca dönemin Sivil Savunma Teşkilatı Başkanı olan Galip Mendi ifade vermek durumunda kalmış ve olayla devletin bağlantısının resmen kabul etmişti.
Galip Mendi AİHM’deki dava tutanaklarının 23, 24, ve 25. sayfalarında yer alan ifadelerine aynen şöyle diyordu:
“Saint Barnabas olayı, Kutlu Adalı Bey’in vefatından yanılmıyorsam üç ya dört ay önce basına yansıyan, size göre bir ‘olay’dı, bana göre bir faaliyetti. O olay ile ilgili sadece bildiğim bazı şeyleri söylemek istiyorum. Saint Barnabas olayı ile Sivil Savunma Teşkilatı Başkanlığı’nı ilişkilendirme çalışmaları oldu. Hatta Kutlu Adalı Bey’in öldürülmesini bu Saint Barnabas’taki faaliyet ile ilişkilendiren kişiler oldu. Saint Barnabas, o dönem Barış Kuvvetleri Komutanlığı’mızın yaptığı huzura yönelik, teröre yönelik faaliyetlerden bir tanesiydi.”
Aynı Galip Mendi daha sonra Özel Kuvvetler Komutan Yardımcılığı’na en sonunda ise Jandarma Genel Komutanlığı’na yükselcekti…
Tabii tüm bu olaylar içerisinde “Barnabas İncili”nin özelliğinden de bahsetmek gerekli…
Bu Aziz Barnabas İncili içeriği bakımından tüm Hristiyan Dünyası inançlarını yerle bir edeceği için Vatikan tarafından yasaklanan bir İncil ve bu Barnabas İncili ile ilgili ölümünden sadece 15 gün önce BBP Lideri Muhsin Yazıcıoğlu’nun sanatçı Ahmet Yenilmez’e bu İncil’i film yapmasını isteyerek “Bunu gören herkes ölüyor” deyip, Barnabas İncili’nin fotoğraflarını telefondan gösterdiği hem Yenilmez’in hem Yazıcıoğlu’nun ailesinin Cumhuriyet Savcılığı’na verdikleri ifadeler ile kayıtlara geçiyor…
***
Şimdi o dönem tüm bu yaşananlar esnasında Mehmet Ağar nerede?
Ağar o dönem 1993 Emniyet Genel Müdürü olması ile başlayan süreçle birlikte 1996 sonuna kadar Adalet Bakanı ve İçişleri Bakanı olarak gücünün doruğunda olan ve Çatlı,Korkut Eken gibi tüm bu isimlerin üzerinde konumlanan ve bu isimleri bir araya getiren, özel harekat bünyesinde “Özel ekipler” oluşturan isim…
Topal cinayetinin failleri olmakla suçlanan Özel Harekatçı polisleri gözaltından aldırıp Ankara’ya getirten de, Abdullah Çatlı’ya arandığı dönemde sahte isimle silah ruhsatı,emniyet kimliği ve sahte pasaport sağlamakla suçlanan da Mehmet Ağar…
1990’lı yıllarda devletin “Derinlerinde” en zirvede olan isim, “Devletin” “Ağır abisi” mirasını Şükrü Balcı’dan devralıp daha da güçlendirerek sürdüren isim…
Peki bahsettiğimiz bu dönemin en önemli aktörleri ne oldu?
Önce Kutlu Adalı…Öldü…
Ömer Lütfi Topal… Öldü
Kutlu Adalı ve Ömer Lütfi Topal cinayeti ile ilgili üzerinde ciddi şüpheler bulunan Abdullah Çatlı…Öldü…
Tarık Ümit…Kendisinden bir daha haber alınamadı…
Mehmet Ağar… Belki “perdenin arkasında” ama hala en tepede…
*****
Sanki “Bir el” birilerine birilerini tasfiye ettirmiş, en sonunda tasfiyeler için kullandığı o ekibi de bizzat tasfiye ederek karanlık sırları ile birlikte gömmüştü..:
Yani işin ucunu Kutlu Adalı’dan çekerseniz bu ipin arkasına Ömer Lütfü Topal da gelir,Abdullah Çatlı da gelir,Tarık Ümit de gelir,Korkut Eken de gelir, hatta hatta YEŞİL de gelir ve Mehmet Ağar’ın kendi tabiri ile söyleyelim “Bu duvardan bir tuğla çekilirse tüm duvar yıkılır”
Ve bu kez Ağar da o duvarın altında kalır…
Sedat Peker şimdi tam ismini “Ailenin gazabını” üzerine çekmemek için vermediği ama Serhat Albayrak ismini vererek asıl olarak hedefine koyduğu Berat Albayrak’a mesaj gönderiyor.
Ve Peker çok iyi biliyor ki Çakıcı’nın hapisten çıkarıldığı gün “Güç ekseni” değişti, devlet kendisinin “Tasfiye” kararını verdi ve uygulamaya geçti…
İşte Çakıcı’nın hapisten çıkarılması ile birlikte alınan kararın ve “Değişen güç ekseninin” tescilidir Bodrum’da çektirilen o meşhur “Fotoğraf”
Peker şimdi tıpkı az önce yazdığımız kişilerin sonuna uğramamak için kendince bir yöntem belirledi ve çok “Kritik” mesajlar veriyor ve tıpkı videosunda söylediği gibi “Dünya’yı yakacağım” derken aslında “Beni yakarsanız bende hepinizi,tüm derin sırlarınız ile yakarım” diyor..
Öte yandan bakın Peker başka ne diyor? “Bodrum limanının özelliği 30-40 metrelik yatların bölgede yanaşabileceği tek liman.Yani 6 ton uyuşturucu yüklü gemilerin yaklaşacağı liman” diyor… Bu arada son 2 videosunda ısrarla “Eroin tüketiminde İstanbul 2.,Adana 3. sırada” diyor…
Peker’in bu “İstanbul,Adana vurgusu” sıradan bir olay mı? Yoksa İstanbul Emniyet Müdürü Zafer Aktaş’ın aynı zamanda bir önceki Adana Emniyet Müdürü olup, Mehmet Ağar2ın Emniyet Genel Müdürlüğü dönemi ile birlikte kritik görevlerde bulunmaya başlayıp,Ağar’a yakın bir isim olması bir tesadüf mü bir diğer “Mesaj” mı?
Dediğimiz gibi bu olay çok şeye gebe ve ipin ucunun nereye dayanacağı da hiç belli değil..
Bakalım Ağar Peker’in restini görecek mi,yoksa o tuğla o duvardan çekilecek ve 2 SUSURLUK VAK’sı ortaya çıkarak tüm kirli ilişkiler o duvarın altında mı kalacak…
Bekleyip göreceğiz…