Celal Eren ÇELİK
Toplumsal buhran dönemlerinde hele de o toplumun milli yahut manevi değerlerini zedeleyen bir takım gelişmeler yaşanıyorsa o toplum siyaseten merkezden uzaklaşarak merkezin soluna ve sağına doğru kayar.
Bu bağlamda aynı buhran dönemleri çoğu kez ekonomik sıkıntı da içermektedir ve farklı ekonomik çözüm modelleri olan siyasal yapılara doğru seçmen geçişi gözlenir.
Bugün Türkiye’de tam olarak bu durum yaşanmaktadır. Yaşanan toplumsal buhran döneminde,seçmen siyasal merkezden uzaklaşmakta ve milliyetçi damar daha radikal bir adres ararken Zafer Partisi’ni,muhafazakar damar Yeniden Refah Partisi’ni, sol/sosyalist damar ise kendisini yeni dönem için Türkiye İşçi Partisi’nde konumlandırmaktadır.
Keza bu toplumsal buhran döneminde merkezdeki zayıflamanın kendilerine alan açtığını gören radikal İslamcı kesim de, iktidarın kendi çıkarlarına uygun olara kendilerine sağladığı “İmtiyaz” olanaklarını kullanarak hilafet ve şeriat gibi taleplerini yüksek sesle dile getirmektedir.
Zaten Yargıtay tarafından açıklanan siyasi partilerin son üye sayılarında TİP ve Zafer Partisi’nin üye sayısının 43 bin civarında ve neredeyse bir kaç yüz oy farkla aynı olması,Yeniden Refah Partisi’nin ise 320 bin üye gibi ciddi bir üye bandına ulaşması son derece önemli veriler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu süreçte HÜDA-PAR’ın da radikal muhafazakar-Kürt seçmenin yeni adresi olduğu görülmektedir.
Keza sadece üye sayıları değil yapılan anketlerde “Merkez” partilerin oy kaybı yaşadığı yahut yeni oy kazanımı sağlayamadığı açıkça görülürken TİP,Zafer Partisi,Yeniden Refah Partisi ve HÜDA-PAR’ın oylarındaki artış açıkça görülmektedir.
Ancak böylesi siyasi durumlar toplumların giderek merkezden uzaklaşarak radikalleşme siyasal tercihlerde bulunması nedeni ile hem sağlıklı değildir,hem de hiç bir toplumsal buhran döneminin sonsuz olmaması nedeni ile bu oy kayışı yaşanan merkezin sağında ve solunda konumlanmış partilerin oy kazanımları sürdürülebilir değildir.
Dolayısı ile Türkiye’nin merkez siyasal hattında acilen ve “kapsayıcı” bir restorasyona ihtiyaç bulunmaktadır.
Ancak bu “Restorasyon” palyatif,küçük rötuşlar ile sağlanabilecek bir iş değildir. Türk siyasetinin merkez alanı yeni kadrolar,yeni bir siyaset modeli,liyakat esaslı,alanında uzaman kadroların yönetimde olduğu ve toplumsal muhalefeti örgütleme konusunda başarılı yeni bir siyasal jenerasyon ve en önemlisi de Türkiye’nin önüne koyulacak yeni bir siyasal vizyonu gerektirmektedir.
Merkezde bulunan partiler eğer bu köklü,radikal ve yapısal değişimi gerçekleştirmezse çöküş dönemini yaşamaları kaçınılmaz bir hal alacaktır. Ancak daha da önemlisi radikalize bir siyasal iklimin hakim olacağı Türkiye için bu durum yeni ve çok ciddi bir siyasi sonuç olarak karşımıza çıkacaktır.
Türkiye şu an “Merkezdeki o büyük restorasyonu ve büyük değişimi gerçekleştirecek” siyasi ekibi farkında olmadan beklemektedir.
Bu kadrolar 2025 sonu, 2026 başında çok net biçimde ya merkezdeki partilerin yönetimini ele alacak, ya yeni hareketler yahut partiler doğacaktır.
Ancak bunlardan hangisi olursa olsun sonuçta 2025 sonu,2026 başı itibari ile bugün bizlere “Siyasetin ana aktörleri” olarak dayatılan isimlerin en az yüzde 70’i toplum nazarında tasfiye olmuş olacak ve Türkiye’nin gelecek 20 senesinin siyasi sahnesinde yer alacak yeni siyasi aktörler ile birlikte bir büyük siyasal değişim ve dönüşüm yaşanacaktır.
Özellikle 2023 seçimleri sonrasında muhalif seçmende ortaya çıkan “Travma” ve “Umutsuzluk” hali yerel seçimlerin yaklaşması ile kısa süreli olarak absorbe edilecek olsa da, yerel seçimlerin ardından siyasal partilerin “Statüko” ve “Konfor alanlarını” bozmak istemeyen çürümüş “Klasik” siyaset anlayışları nedeni ile seçmen yeni bir öfke dalgası ile ve çok daha ciddi olarak bir “Yeni adres” arayışına girecektir.
Yapılan son anketlerde seçmenlerin yaklaşık %40’ının bir taraftan ankette oy vereceği bir partinin adını söylerken aynı anket içerisinde “Türkiye’nin sorununu hiç bir partinin çözemeyeceğini” belirtmesi çok ciddiye alınması ve üzerinde düşünülmesi gereken bir veridir.
Zira bu durum seçmen profilinin aslında oy vereceğini ifade ettiği yahut oy verdiği partiye “Zorunluluktan”, “Alternatifsizlikten”, “Kutuplaşan siyasal atmosferde” karşı tarafa olan öfkesinden dolayı “Kötünün iyisini tercih etmesinden” ötürü oy verdiğini göstermektedir. Keza bu veri bu seçmen profiline yeni ve alanında uzman liyakatlı kadrolar,yeni bir vizyon ve siyasal model üreterek ortaya çıkacak bir yeni “Alternatifin” sunulması halinde, “Hiç bir siyasi partinin Türkiye’nin sorunlarına çözüm üretemeyeceğini düşünen” ve ağırlıklı kesimi muhalif seçmen kitlesinden oluşan bu seçmen kitlesinin rahatlıkla bu yeni “Alternatif siyasal oluşuma” oy verebileceğini ortaya koymaktadır.
Dolayısı ile Türkiye’de an itibariyle “Merkez parti” olarak nitelenen partilerin iktidar ve muhalefet ile birlikte bugünkü politikalarına devam etmeleri halinde önümüzdeki 5 yılda kendi “Çöküş süreçlerini hızlandıracakları” ortadadır.
***
Peki nasıl bir siyasal yapı bu “Merkez Siyasal Hatta” istenilen büyük dönüşümü sağlayabilir, ana ilkeleri ve temel stratejisi ne olmalıdır?
Öncelikle bu yeni “Siyasal Merkezde” inşa edilecek ve “Büyük Toplumsal Muhalefet Cephesini” örgütleyecek “Cumhuriyetçi Merkez Odak” Atatürk milliyetçiliği, emeğin önceliği ,tam bağımsızlık, anti-emperyalizm, tam demokrasi, Kemalist, Cumhuriyetçi Türk Devrimi, laiklik, Türkiye’nin etnik yahut mezhepsel temelde bölünmez bütünlüğünü ve demografik güvenlik hattını kırmızı çizgisi olarak belirlemelidir.
Bu geniş “Cumhuriyetçi Merkez Odak” temel stratejisi olarak kendi önceliğini “Büyük Toplumsal Muhalefeti” bu başlıklar üzerinden örgütleyerek, siyaseti Meclis dışından yani sistemi “Dışarıdan kuşatarak” ve önce baskı,daha sonra ise güç merkezi olarak yeniden şekillendirmek ve en sonunda da iktidarı ele almak olarak belirlemelidir.
Bu bağlamda Türkiye’nin “Merkez siyasal” hattında Cumhuriyetçi bir “Geniş toplumsal muhalefet cephesi” yaratılarak yeni siyasal kadrolar,yeni bir siyasal söylem ve Türkiye için yeni bir vizyonu, 21.yüzyıla uygun tam demokratik parti içi işleyişini teknoloji ile birleştirerek sağlayabilen siyasal bir “Dönüşümün öncüsü” olunabilecek bir süreç karşımıza çıkacaktır.
Bahsettiğimiz “Cumhuriyetçi Merkez Odak” öncelikle toplumun geniş toplumsal,kültürel,ekonomik ve ideolojik katmanlarını bir araya getirirken bunu bir “Üst siyasal uzlaşma” ile ideolojik bir netlik içerisinde gerçekleştirmelidir.
Yani “Kim olursa olsun gelsin” anlayışı bu siyasal yapılanmada en başta karşı çıkılacak şey olmalıdır, herkese “Mavi boncuk dağıtmak” olarak nitelenecek hiç bir uygulamaya prim verilmemelidir. Yeni siyasal yapılanmanın ilkelerini ve siyasal söylemini kabul etmeyen yahut çelişkileri olan hiç bir yapı ile iş birliğine gidilmemeli çok net biçimde mücadele edilmelidir.
Zira Türkiye’de seçmen artık söylemsel açıdan da ilkeli ve net bir siyasi yapılanmaya ihtiyaç duymaktadır. Özellikle ittifakların dayatıldığı yeni sistem bahane edilerek var olan siyasal partilerin siyasal “İlkesizliği ve omurgasızlığı” tabiri caizse “Kılıfına uydurmaları” ve tabanlarına da bunu “Ne yapalım ittifak kurmak zorundayız,ittifak kurarken de mecburen taviz vermek durumundayız” şeklinde aslında kendi siyasi ve ticari ikballeri için söyledikleri yalanlar ve çıkarcı politikalar seçmende bıkkınlık yaratmıştır.
Oluşturulacak yeni siyasal merkez ve büyük toplumsal muhalefet cephesi Türkiye’de açık ve net bir biçimde yaşanan “KARŞI DEVRİM” taaruzuna karşı, yıllardır süre gelen “Savunma” pozisyonunu bırakarak, cepheden şiddetli şekilde “CUMHURİYETÇİ VE İLERİCİ” bir karşı taaruza geçerek ve bunun için ödemesi gereken bedelleri de göze alarak karşı devrimi püskürterek tarihe gömmelidir.
Türkiye’de seçmen var olan partilerin “Sanal ortamdan” siyaset yapmasından, hele de muhalefetin son derece önem taşıyan işlevini “Twitter muhalefetine” indirgeyerek, örgütleri adeta yok saydığı ve halkla bütünleşemediği, halka inemediği siyaset anlayışından da bıkmıştır.
Türkiye’nin “Siyasal merkez hattında” kurgulanacak büyük toplumsal muhalefet cephesi sürekli alanda olmalı,halka “Dokunmalı”, siyasette bugün siyasi parti liderlerinin dayattığı adayları onaylamakla mükellef bir “Figüran” olan halkı bizzat siyasetin “Öznesi” haline getirmeli ve halkı bizzat siyasal karar alma süreçlerinin içerisine aktif olarak dahil etmeli, kolektif aklı siyasetinin odağına koymalıdır.
Bu “KOLEKTİF AKIL” ortaya çıkartılacak bu yeni siyasal hareket modelinin “YÜRÜTME VE YÖNETİM MEKANİZMASI” için de vazgeçilmez ilke olarak belirlenmeli, ortaya çıkarılacak siyasal yapılanmanın bir lideri mutlaka var olurken önemli olan hareketin kararlarının “KOLEKTİF AKIL” ile alınarak hareketin kendisinin bir “KADRO HAREKETİ” olarak, “LİDERE BAĞIMLI BİR LİDER HAREKETİ” olmasının önüne geçilmesi olmalıdır.
Bu bahsettiğimiz modeli benimseyecek kadrolardan oluşacak ekipler ya önümüzdeki yıllarda bugün hali hazırda siyasal olarak “Merkezde” (?) konumlanan partilerin yönetimlerini parti içi mücadele süreçleri ile devralarak Türk siyasetinde bu büyük ve radikal değişimi gerçekleştirecekler, yahut bahsettiğimiz ana hatlarda yeni hareketler,siyasi aktörler ve partiler Türk siyaset sahnesine çıkarak Türkiye’nin gelecek 20 yılını şekillendirecekleridir.
Ve bugünün “Bitik” siyasal aktör ve partilerinin bu kaçınılmaz sonucu engelleme şansı yoktur.